Öldükten sonraki hayata inanmayan insanların bilinçaltında yaşadığı ilginç bir ikilem var. "Cenaze namazım kılınmasın" diyenler hep bir alternatif sunuyor: "Cesedimi yakın, küllerimi de Boğaz'dan savurun" gibi...
Niye Boğaz'dan savruluyor küller de çöpe atılmıyor? Nihilizmle teizm arasında niçin böyle bir parantez açılıyor?
Cevap belli: İnsan ne kadar inançsız olursa olsun, ölümden sonrasını sonsuz bir karanlık olarak görmek istemiyor. “Işıklar içinde uyusun” temennisi de bu korkunun dışa vurumu galiba.
Şahsen ben ışık açıkken uyuyamıyorum. Ve kabrin karanlığında Allah’ın rahmetine sığınmaktan başka bir çare göremiyorum.
Türkçe için gerçekten dertlenen bir büyüğüm anlattı. Bir gençle aralarında şöyle bir diyalog geçmiş:
- İcra vekilleri heyetiyle erkânı harbiye riyaseti örfi idare hususunda mutabık. Anladın mı?
- Bir tek kelimeyi anladım.
- Hangisi?
- İcra?
- Ne demek icra?
- İşte borcunu ödemeyince geliyorlar ya, eşyalarını falan alıyorlar. O değil mi?
Dille imtihanımız çok çetin geçiyor yani. Mutabık mıyız?
Geçen gün yolda bir kamyon arkası yazısı gördüm. Şöyle yazıyordu;
“Ayağına taş değse, kalbini yokla”
Kamyon arkası yazılarına bir ödül verilecek olsa, bu cümleyi tek geçerdim. Helal olsun!
Geçenlerde çocuğum odasında kendi kendine konuşuyordu. Girip “Ne yapıyorsun?” dedim. “Konuşma sınavına hazırlanıyorum” dedi. Odadan çıkınca içimden, “Keşke yetişkinler için de susma sınavı olsa da hep birlikte sessiz bir şekilde hazırlansak” dedim. Çünkü gerçekten çok konuşuyoruz.
Bu konuda suçla ilgili seyrettiğim belgesellerden önemli bir şey öğrendim: Suçlu olup yalan söyleyenler sorulan sorulara çok detaylı cevaplar veriyorlar. Yalan söyledikleri için hikâyedeki açıkları ve boşlukları, detaylarla kapatmaya çalışıyorlar yani.
Mesela suçsuz birisine “Cinayet gününün sabahında ne yaptın?” diye soruyorlar. “Kahvaltı yaptım” diyor. Ama eğer adam suçluysa yediği yumurtanın kıvamından girip, ellerini nasıl yıkadığına kadar her şeyi anlatıyor.
Yani bir şeyi saklamak ve kendini aklamak isteyen insan, detaylarda boğuluyor. Saklayacak ve aklayacak bir şeyi olmayanlarsa kısa ve net konuşuyor.
Eğer mutluluk ve hüzün bir damla gözyaşında buluşabiliyorsa, en yoğun acılar da en taşkın sevinçler de insanın gözünde yaş olarak birikebiliyorsa, oturup düşünmek lazım. Yaşadığımız imtihanı başarıyla geçmek, sevinci ve üzüntüyü aynı samimiyetle kucaklayabilmek için bir ipucudur belki bu.
Kim bilir?
Pazar günü "Öğretmenler Günü"ydü. Ülke olarak toplanıp eğitimden bahsettik gün boyu. Ben de yazının sonunda eğitime dair güzel bir şey yazayım dedim. Aklıma gelen en güzel şey de Kemal Sayar’ın aşağıdaki cümleleri oldu:
“Şefkat ve merhamete dayalı bir eğitim, öteki için de sorumluluk duymayı, ötekinin de ilgi, iyilik ve adaleti hak ettiğini kabullenmeyi beraberinde getirir. Başkasını düşünebilmek, başkasının iyiliğinden kendisini mesul hissetmek, çocuklarımıza verebileceğimiz yüce değerlerdir.”
“Başkasının iyiliğinden kendisini mesul hissetmek” ne kadar güzel bir ifade! Eğitim deyince aklımıza bu cümle gelse, yeter bence.
Salih Uyan'ın önceki yazıları...
"Kaotik dönemlerde zihinsel ve duygusal gündem yoğunluğu, bireylerin ve toplulukların psikolojik dengelerini sarsan karmaşık bir dinamik ortaya çıkarır." Buyur burdan yak...