Adam işten çıkıp eve doğru giderken telefonu çalıyor. Arayan bir arkadaşı.
“Alo, senin çocuğu çok rezil bir mekâna girerken gördüm abi. Haber vereyim dedim.”
Nasıl yani? Neresi olabilir ki?
Şaşkın ve korkmuş bir hâlde adresi istiyor adam. Sonra arabanın yönünü çevirip elleri titreyerek arkadaşının tarif ettiği yere gidiyor.
Girdiği yer karanlık ve loş bir mekân. İçeride yüzlerce genç var. Gürültülü ve düzensiz notalar uyuşturucu dumanıyla birlikte tavana yükseliyor.
Adam şaşkın. “Benim oğlum böyle bir yerde bulunamaz, bir yanlışlık olmalı” diye düşünüyor. Loş ortamda etrafı görmeye çalışırken, duvara asılmış büyük perdede bir video oynamaya başlıyor. Kediyi mikro dalga fırına atıp işkence eden bir çocuğun videosu… Kalabalık videoyu kahkahalarla seyrediyor. Kedi yerde titreyerek can çekişirken küfürlere bulanmış çirkin bir alkış yükseliyor salonda.
Adamın göğüs kafesi çatlayacak gibi... Sıkıntıdan nefes alamıyor. Gözlerini kısıp kalabalığın içinde çocuğunu bulmaya çalışırken, perdeye bir fotoğraf yansıyor. Haberlerde gördüğü ve iki kızı canice öldüren katilin fotoğrafı… Alkışlar yeniden yükselirken birisi eline mikrofonu alıp, “Eline sağlık reis. Sen rahat uyu. Görevin yarıda kalmadı, devam edecek” diye bağırıyor.
Adam panik ve dehşet içinde “Oğlum, neredesin?” diye bağırıyor karanlığa doğru. Ama bu cılız feryat, insanın içini ürperten çığlıklar arasında kayboluyor.
Başı dönüyor adamın. Gözlerini kapatıp yere çöküyor. “Benim oğlum böyle bir yere girmiş olamaz” diyor kendi kendine. “Benzetmiş olmalılar.”
Gerisin geri kapıya doğru yöneliyor. Tam çıkacakken tanıdık bir ses çalınıyor kulağına. Nabzı çıldırmış gibi atarken dönüp bakıyor. Sahnede oğlu var. Bütün vücudundan ter fışkırıyor adamın.
“Size bomba gibi bir haberim var!” diyor çocuk kalabalığa bakarak. “Hazırsanız söylüyorum.”
“Oğlum, buradayım! Bana gel!” diye bağırıp sahneye doğru koşarken uyanıyor adam. Rüyayla gerçek arasında bir süre asılı kalıp tavanı seyrettikten sonra alnındaki teri silip yataktan fırlıyor ve çocuğun odasına koşuyor.
Çok şükür! Çocuğu odasında.
“Ne oldu baba?”
“Bir şey yok oğlum. Kötü bir rüya gördüm. Sen ne yapıyorsun?”
“Ne yapayım işte, bilgisayarda takılıyorum.”
“Tamam oğlum, çok geçe kalma!”
İçi rahatlıyor adamın. Gördüğü kâbusun karanlık hatırasını zihninden silmeye çalışarak yatağına dönerken, çocuğun ekranında “Neymiş vereceğin bomba haber, söylesene!” yazıyor birileri.
“Babam girdi odaya birden, pencereyi zor kapattım” diyor çocuk. “Son işlenen cinayetlerin sansürsüz fotoğraflarını ve videolarını ele geçirdim. Kana ve dehşete boğacağım hepinizi!”
Çığlıklar, küfürler havada uçuşuyor yine. Karanlık oda ekrandaki fotoğraflarla kızıla boyanırken, babası yan odada yeniden uykuya dalıyor.
***
19 yaşındaki Katil Semih Çelik'in babası şöyle demiş; “Lise 3'te ona aldığımız bilgisayarla devamlı vakit geçiriyordu. Odasına ben, annesi ya da ablası girdiğinde hemen telaşla bilgisayarını kapatıyordu.”
Yukarıda yazdığım hikâye kurgu gibi gözüküyor ama değil. Çünkü orada kanımızı donduran konuşmaların hepsi gerçek. Gündemi takip edenler bilir. Ekran görüntüleri, ses kayıtları ortada. Birçoğunu da yazamadım.
Çocuğu evde tutmak, güvende tutmak anlamına gelmiyor artık. Çünkü şeytan online olduğundan beri, fiber ağlarla yıldırım hızıyla yayılan kötülüğün bir coğrafyası yok. Çocuklarımıza sahip çıkmak, dijital hayatlarını takip etmek ve her an diken üstünde olmaya mecburuz.
Pislik, sınırsız bir tarifeyle, kota aşımına uğramadan, kablosuz ve arsız bir şekilde yayılırken, başka bir seçeneğimiz yok.