Bindiğim trenin değil de diğer trenin gittiğini zannetmeyi ve fizikteki ters hareket kavramını o zaman öğrenmiştim. Ama o anda ne yapacaktım? Anlık heyecan ve panikle giden trenin kapısına koştum ve aşağıya atladım. Gençlik ve cahillik işte... Allahü teâlâ korudu. Trenin rüzgarı az kalsın beni rayların altına alacaktı. Yere düştüğümde ayaklarımda oluşan o müthiş sancıyı, aklıma geldikçe halen hissediyorum. Bu olayı kitabevinde ağabeylere anlattığımda hepsi çok büyük tehlike atlattığımı söylediler. Bir daha böyle bir şey olduğunda en mantıklı olanın gidip bir sonraki istasyonda inip başka bir trenle geri dönmek olacağını nasihat ettiler... Erzincan'da kış çok şiddetli geçer. Eksi 35-40 dereceleri gördüğümüz olurdu. Tabii gazete dağıtımın yazı kışı yoktur. Hiç unutamam. Kışın gazete dağıtırken bisikletin tekerleğinden sıçrayan sular çamurlukla teker arasında donar buz tutardı da teker dönmezdi. Bizim orada esnafın dükkanlarında yanan sobalarda hep tarçın çayı kaynatılır. Soğukta tarçın insanın içini ısıtır. Fakat ben tarçını içmek için değil buzdan dolayı dönmeyen tekerimin buzunu çözmek için kullanır, kaynamış çayı çamurluğa dökerdim. Buz çözüldüğünde tekrar yoluma devam ederdim. Bu olay dağıtım bitinceye kadar defalarca olurdu. Yıllar sonraydı... Allahü teâlâ bana bu sefer Antalya'da artı 35-40 derecede gazete dağıtmayı nasip etti. Yıl 1985-86. Halil Abi Antalya'nın tek gazete dağıtıcısıydı. Ben oraya vardığımda Şehiriçi ve Sanayi diye Antalya'yı iki bölgeye ayırdık. Halil Abi Sanayi'yi ben de Şehiriçi'ndeki abonelerin gazetelerini dağıtmaya başladım. Her gün bisikletle sabahın çok erken saatlerinde dağıtıma çıkıyorum. Çünkü dağıtım ne kadar gecikir ve uzarsa öğle sıcağının tesiri o kadar yorucu ve yıpratıcı oluyor. Hele ramazan aylarında ezan okundu mu hiçbir şey yemeden direk sürahiyi başıma dikerdim. Tabii sıcakta bisiklet üstünde gazete dağıtmak sürekli terlemek ve her gün kıyafetlerini değiştirmek demekti. Bir gün annem "Bu ne olacak her gün ter ter ter?" dedi. O an ben de nasıl olduysa anneme: "Annecim Esbab-ı kiram efendilerimiz güzel dinimiz için canlarını vermişler, biz ter dökmüşüz ne olacak. Onlarınkinin yanında bizimki hiçbir şey demiştim." Ayhan Abi bir gün Antalya'ya gelmişti. Balkonda kahvaltı yaparken babama: -Yakup ne iş yapıyor, diye sordu. Babam da gazete dağıtım hizmetlerinde bulunduğumu söyledi. Benim İstanbul'a gelmemi ve Merter'deki bölgeler muhasebede staj görmemi ve muhasebeci olarak yetişmemin daha yararlı olacağını belirtti. Daha sonra da Antalya ve çevre illerinin muhasebe sorumluluğunu alabileceğimi ifade etti. Yıl 1991-92. Bu vesile ile İstanbul'a geldim. Hüsnü Abinin yanında işe başladım. Belli bir zaman geçtikten sonra Hüsnü Abi beni odasına çağırdı. Aaa bana maaş veriyorlardı. Bu benim aldığım ilk maaş, ilk hediyeydi... Allahü teâlâya çok şükür 18 senedir, hem dünyada rahat ettik hem güzel dinimizi öğrendik. Şimdi aradan yıllar geçti... Güzel gazetemiz 40. yılını kutluyor. Bugünlerde dahi o hatıraları ve o günleri özlüyorum. Gazetemizde görev yapan tüm arkadaşları çok seviyor dostlarla bir araya geldiğimizde bu güzel günleri hasretle anlatıyor ve yâd ediyoruz... Yakup Güner-İstanbul > Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00