"Allahım bu çocuklar nasıl kaybolur?!."

A -
A +

Kayıp çocukları arıyor herkes. Çocuğu kaybolan bir anne olarak onların ne çektiğini ben bilirim. Oğlumla eltimin çocuğu ortaokulda aynı sınıftalardı. O gün sabah okula gitmiş ama akşama dönmemişlerdi? Kapı komşuyduk eltimle. Kapılarına vardım: -Kız Sabahat bizim oğlan gelmedi. -Eee, ben de sana geliyordum. -Hiii... Aman Allah'ım bu çocuklar nerede? -Valla bilmiyorum, hiç böyle bu saate kalmazdı. Kocalarımıza haber vermek için öyle cep telefonları nerede o zaman? Allah'ım, bizi almıştı bir telaş. Babaları işten gelene kadar mahalleyi fır döndük. Herkesin haberi olmuştu. İki kardeş çocuğu, sabah okula gitmiş akşam eve dönmemişti. Kocalarımız geldiğinde bizler çoktan "yavrum" diye melemeye başlamıştık... Kocam vaziyeti öğrenir öğrenmez, hiç vakit kaybetmeden gidip karakola bildirdi. "Biz yine arayalım arayacağımız yerleri" diyordu. Ama yine de karakola bildirmekte geç kalmayalım. O gece polisler de çocuklarımızı aramaya başladı. Sabaha kadar evimiz ana-baba gününe dönmüştü. Çünkü çocukların kayıp olduğunu öğrenen annemler, halamlar, dayımlar kim varsa evimize gelmişti. Eltimin akrabaları, bizim akrabalar, ortak akrabalar derken evlerimiz insan dolmuştu. Sağolsunlar ama gözüm hiçbirini görmüyordu. Biricik oğlum, kim bilir neredeydi? Şimdi ona bir şey mi yapıyorlardı? Öldürüp bir yere mi atmışlardı? Dereye girip boğulmuşlar mıydı? Neler geliyordu akla neler... Sabah oldu ama karakoldan henüz bir iyi haber yoktu. Kocam ve kaynım iş yerlerinden izin aldılar. Dünürlerimiz, esnaf akrabalarımız o gün işlerine gitmediler. Oturup bir arama planı yaptılar. Kimi Ankara'ya, kimi İstanbul'a, kimi İzmir'e gidecekti. Geri kalanlar şehrin altını üstüne getirip şehri tarayacaktı... Nereye gidebilir nerede kalabilirler her ihtimal göz önünde tutulacaktı. O gün de akşama kadar kimseden iyi haber gelmedi... Herkes üzülüyordu ama anneler çıldırıyordu. Eriyip bitiyorduk. Ne uyku, ne yemek, ne içmek... "Yavrum" dedikçe içimiz göyünüyordu... Ertesi gün herkes ümitsizlik içindeyken, bahçe kapısı açıldı. İkisi de ürkek ve çekingen adımlarla içeri girdiler. Aman Allah'ım bir rüya mıydı bu? Bir çığlık koptu etrafta... Geldiler! Bulundular! Birbirimize girdik sevinçten. Herkes birbirini kucaklıyor, sevinç çığlıkları atıyordu... Ama iki çocuk süt dökmüş kedi gibiydi... Korkudan benizleri sapsarıydı. Bizim sevincimizin çokluğundan, üzüntümüzün derecesini anlamışlardı. Kocam sağ olsun dedi ki: "Hele akşama kadar bir sakinleşsinler. O zaman konuşalım..." Acı günümüzde bizi teselli eden yakınlarımıza teşekkür ederek onları yolcu ettik. Ortalık sakinleşene kadar çocuklar da toparlanmıştı. Yaptıkları tamamen çocukluktu. Meğer eltimin çocuğu annesinin cüzdanında biraz para görmüş ve almıştı. Çünkü evden kaçmayı planlamıştı. Sebebi neydi? Babası, imtihanda başarısız olursa döveceğini söylemişti. O gün imtihanı iyi geçmeyince, güya o parayla evden kaçacağını ve baba dayağından kurtulacağını zannetmişti. Benim oğlumu da aynı duygularla ayartmıştı. Birlikte kaçmaya karar vermişlerdi. Birer bilet alıp İstanbul'a kaçmışlar. Ama ellerindeki para dönüşe bile yetmiyor. Allah'tan bunların durumunu fark eden şoför insan evladıymış. Bunları hiçbir yere göndermeden o akşam aynı otobüsle tekrar geri getirmişti. Yine de aradan 48 saat geçmişti. Çok şükür çıkıp gelmişlerdi ya, üzmelerini çocukluklarına saydık. Dileğim tüm kayıp yakınları sevenlerine kavuşur. Fatma Çakır-Yozgat >> Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.