Anılarda kalan mektuplar...

Sesli Dinle
A -
A +

“Parmak izlerinizin çizgileri düşerdi koyu yerlerine, belki bir kirpik belki bir saç teli...”

 

 

 

Mektuplaşmalar bitti biteli duygu aktarımları da köreldi insanların. İçlerimizdeki edebiyatçılar küçüldü, haberciler yok oldu, göz pınarları kurudu.

 

Burnunu çeke çeke satırları defalarca okumanın "büyüsü" seğirtip kaçtı hayatlarımızın mutena (özenle seçilmiş) köşelerinden.

 

O mektuplar ki zarfı telaşla yırtılarak açılırdı sanki içindekiler uçuşup yok olacaklarmış gibi. El yazısıyla yazılan zarif satırlardı daktiloda yazılmış gibi düzgün olmasa da. Harflerin kuyrukları olurdu. Karakteristikleri, alımı, çalımı görülürdü satırların arasında. Hangi karakter olduğunu değil kimin el yazısı olduğunu resmederdiniz zihninize... Mektup, araya klavyeler, ekranlar, enterler, shiftler caps locklar girmeden taşırlardı duygularımızı, selamlarımızı, hasretlerimizi ve gözyaşlarımızı sevdiklerimize.

 

Kâğıda damlayan gözyaşı lekenizi iletirdi en ücra Anadolu köşelerine. Parmak izlerinizin çizgileri düşerdi koyu yerlerine, belki bir kirpik belki bir saç teli saklanırdı kıyısına köşesine. Dolaysız bir gerçeği aktarırdı mektuplar. Uzak kalmaya devam ederek yaklaşırdı mektuptaki hisler, duygular ve hasrete özleme duyulan öfkeler...

 

Okunup katlandıktan sonra bile sürerdi gülümsemesi ve kendine merhameti insanın. Bugünkü maillerin aksine o kâğıda değen elleri hissederdiniz, yazanın zarfın içine sinen kokusunu duyardınız.

 

Hayali canlanırdı gözlerinizin önünde, kelimelerin içerisine gizlenmiş aşkları, sevgileri, acıları, özlemleri keşfederdiniz...

 

Karıştırdığım eski çantalardan mektuplar çıktı... İçeriğini bırakın mektupların kendisi bile hüzün başlı başına.

 

Hafifçe sararmış, gevremiş, buruşmuş kâğıtlar. Üzerinde MSB antetli olanlarla yazmışım anneme asteğmenken.

 

Diyarbakır’dan, Siirt'ten, Batman'dan mektuplar postalamış, dağ köylerinin resimlerini, bir kayanın üzerinde elimde MG3’le, mavi bereli aksimi göndermişim...

 

“Eğer olur da vurulup ölürsem... Şehit olursam dertlenmeyin. Ölürsem gururla toprağa düştüğümü bilin...” diye başlayan cümleler kurmuşum.

 

Ne lüzumu varmış hâlbuki... Dağda taşta yalnızlık ve endişeli bir hayat kesitinin içerisindeki uzun bekleyişlerden olsa gerek... Yoksa hâl hatır sormak, doğanın güzelliklerini, hasretin biteceğini dile getirmek daha normal olanıydı belki... DEVAMI YARIN

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.