1954 yılında ilkokul beşinci sınıftaydım... O yıllarda okul bitirip diploma almak bizim için çok büyük bir olaydı. Yıl sonunda beşinci sınıfların imtihanı için komşu köyden öğretmen gelirdi. Öğrenci velileri de öğretmenleri yemeğe davet eder ya da okula yemek götürürdü. Sağlığı yerindeyken annem çok güzel yemekler yapardı. Ama dört yıldır ağır hastaydı. Bir deri bir kemik kalmıştı. Ayağa kalkamıyor, evin içinde bile çocuk gibi kendini sürükleyerek götürüyordu. Bu sebeple nenem öğretmenleri davet ederiz diye bir hindi besliyordu. Oysa canım anneciğim derdi ki: - Ben oturduğum yerde de olsa yemek yaparım. 23 Nisan törenleri için benim de rol aldığım piyesi izlemek için hevesleniyor ve diyordu ki: -Beni bir mukavva kutuya oturtup iple çekip götürseniz de olur. O yıllarda kimde var ki otomobil ya da tekerlekli sandalye. İple çekip götürmeyi nereden biliyor annem? Komşumuz bir keresinde bizi yemeğe davet etmişti de annemi o şekilde evlerine kadar ip ile çekmişlerdi. Gerçekten müsamere denilen piyese çok iyi hazırlanmıştık. Öğretmenlerimiz Hasan Dengiz ve Müzehher Kuruç bize çok emek vermişti. O gün 21 Nisan'dı ve hava çok güzeldi. Annem çok iyiydi. Hatta bize oturduğu yerde mantı bile yapmıştı. Annem iyileşti diye sevinerek nenem bahar temizliğine bile başlamıştı. O gece annemin yanında nenem ve ben vardım. Aynı odada yatıyorduk. Yine her günkü gibi yer yatağını serdik. Ben yatar yatmaz uyumuşum. Gece birden uyandım. Baktım ki annem kan kusuyor, nenem de çaresiz, annemin başını tutuyordu. Benim uyandığımı görünce telaşla dedi ki: -Kızım koş komşu Medine Teyzeni çağır çabuk! Ben karanlıktan korktuğum için annemin yanında kalıp başını tuttum. Nenem kapıdan çıkacakken annemin başı yana düştü. Ben "Nene!" diye bağırınca da geri dönüp annemi yatağa taşıdı ve Medine Teyze'yi çağırmaya komşuya seğirtti. Annemin ağzından oluktan akar gibi kan geliyordu. Sanki makinede kıyılmış ciğer gibiydi. Annemin ölüm anı olduğunu düşündüm. Çocuk aklımla bildiğim duaları okumaya başladım. Bir taraftan da başucundaki çaydanlıktan, kan gelen ağzına arada birazcık su damlatıyordum. Şeytan ölüm anında su gösterip de onu aldatmasın inancıyla... Çok geçmedi nenemle o teyze geldi. Onları görünce bütün vazifemi yapmış olduğuma inanarak ferahlamış bir şekilde doğruldum. Medine Teyze annemin nabzını tuttu: - A bu gitmiş, dedi. O zaman bir hoş oldum. Artık hiç "anne" diyemeyecek miydim? Bir tarafa dönen dünya, aniden ters tarafa dönmüştü. Çocukken çeşmede kovaya yarıya kadar su doldurup elimizle hızla döndürdüğümüzde su hiç dökülmezdi. Sonra birden ters tarafa döndürünce bir sallanma olurdu. Onun gibi dünya birden ters yöne dönmüş, dönerken de o sallantı başıma çarpmıştı. Güneş aniden sönmüş, kapkaranlık bir dünyada kalmıştım. Ağlayamıyordum. Sadece boğazıma hıçkırıklar düğümlenmişti. Gece yarısı beni, annesinin başucunda ağlamasın diyerek komşumuz Reşide Ablalara götürdüler. Çocukları uyuyordu. Bana da bir yatak yaptı, yattım. Kaldıramayacağım kadar ağır durumlarda uykuya sığınırdım, sanki unutmak ister gibi. O gece de öyle oldu. Sabahleyin uyandığımda odanın içi aydınlıktı. Ne çok sevinmiştim güneş sönmemiş diye. Sonra komşunun penceresinden bizim avluya baktığımda anladım ki yalnız benim güneşim sönmüş. O sene öğretmenlerimi yemeğe davet edemedik. Nenemin beslediği hindiyi de anneme hatim okuyanlara ikram ettik... Safiye Çetin-İstanbul Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00