Hac mevsimi yaklaştı. Tüm hacılarımıza kazasız belasız bir hac farizası diliyorum. Bir hac arzusuyla başlayan ve hayatımızın 14 yıldır yüreğimde hep taptaze duran acıya nasıl dönüştüğünü paylaşmak istiyorum. 1969 doğumluyum. Altı nüfuslu bir ailenin ortanca oğluyum. Çorum'da orta halli bir aile olarak mutlu ve huzurlu bir hayatımız vardı. 27 yaşındaydım. 1996 Aralık'ının son Pazartesisiydi. Annemi ve babamı hacca göndermenin tatlı telaşındaydık. Ömer abim yaşları gereği onların eli ayağı gibiydi. Kalp hastası annem aileyi arada bir endişelendirir yüreğimizi ağzımıza getirirdi. Hac seyahati öncesi son sağlık kontrolü yapılacaktı. Bu kontrol için Ankara'ya gidilmesi yönünde ailede karar alınmıştı. Neyin kararı bu ah bir bilsek?.. İşten izin alan abim babam, annem ve teyzem, kendi otomobilimizle öğleden sonra (saat 14:00 sularında) Ankara'ya gitmek üzere yola çıktılar. Ben de o gün akşam saatlerinde bir iş görüşmesine gitmiştim. Cep telefonu o yıllarda herkeste yok. Akşam eve dönmenin hazırlığındaydım. İş görüşmesi yaptığım yere bir telefon geldi. Beni istediklerini söylediler. Doğrusu şaşkın ama amaçsız bir şekilde "Alo" dedim. Telefondaki ses tanıdıktı: "Alo Erdal, ben Abdullah Kozmak" dedi. "Buyur Abdullah Abi" dedim. "Erdalcığım sen şu an nerdesin? Seni araba ile aldıracağım" dedi Ben de bulunduğum yeri söyledim. Ama doğrusu içimden bir şeyin koptuğunu hissettim. Merakla "Hayırdır Abdullah abi bir şey mi oldu?" dedim. Aldığım cevapla dizlerimin bağı çözülmüştü: "Erdalcığım az önce bize telefon geldi. Ağabeyin yolda kaza yapmış hastaneye kaldırmışlar. Oraya gideceğiz. Korkulacak bir şeyleri yokmuş. Sadece araç hasar görmüş. Seni de alalım istedik" dedi Paniklemiş halde "Tamam Abi hemen gidelim" dedim. O andan sonrası bir kâbus gibiydi... Abdullah Abi geldi. Yola çıktık ama bana belli etmese de o da acayip telaşlıydı. Birbirimize soruyorduk bilmediğimiz soruları... Ne olmuş? Nasıl olmuş? Nerede olmuş? Bir şey olmuş mu? Sorular cevapsız.. Sorular soruları doğuruyordu. Cep telefonu yok ki orayı burayı arayasın... Ama Abdullah Abi yolda sürekli beni teselli etmek istiyordu: "Ankara yolunda Delice yakınlarında kaza yapmışlar. Korkulacak bir durum yokmuş. İnşallah sıyrıklarla atlatmışlardır." Ben konuştuklarını dinliyor ama duymuyordum. Sadece ağzım kurumuş, dilim damağıma yapışmıştı. Yutkunamıyordum bile. Mevsim kış olduğu için hava erken kararmaya başlamıştı. Sürekli ufka bakan gözlerim sanki yollarda ailemi arıyordu. Yollar karanlık yollar yılan gibi kıvrılıyordu... Bu apansız yolculukta kafamda zonklayan sorulara cevap veremeden iki saatlik yol tamamlamış ve dehşetin yaşandığı kaza mahalline varmıştık. Araçtan indiğimizde gözüme ilk takılan kocaman bir petrol tankeriydi. Hemen önünde de ikiye bölünmüş otomobilimizden sadece ön kısmı kalmıştı. Titreyen bir sesle sayıkladığımı "Anne... Baba... Abi... Teyze..." dediğimi hayal meyal hatırlıyorum. Gözlerim kararmış gücüm tükenmişti. Arabamızın kaza anında tarlaya savrulan arka kısmını da biraz sonra gördüğümde beynim durmuştu. Dehşet içinde oracığa çöktüm... Bilgisayarın kitlendiği gibi beynim kilitlenmişti. Etrafımda insanların uğultu ve karartısı dışında hiçbir şey algılamıyordum. Kaza alanından ayrılıp tekrar yola çıktığımızda gözümün önüne annem babam ağabeyim ve teyzem geldi. "Onlar neredeler?" diyebildim... Gerisini hatırlamıyorum... (Devamı yarın) Erdal Akça-Çorum Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00