Yeni evlenip Yalova'ya gelin gittiğim günlerdi. Küçük kız kardeşim de bizde misafirdi. O gün eşim akşama köfte istemişti. Akşama doğru, mutfağa gittim. Önce çorba yaptım. Bütün yemekleri biliyordum. Annem yemeği ocağa koyar, bahçemize çiçeklerin yanına otururdu. Sık sık da bana bir bakıver suyu var mı, falan derdi. Meğer annem, ben öğreneyim diye böyle yaparmış. Gelelim köfteye... Kıymayı, soğanı, baharatını koydum. Hayret evde bayat ekmek yoktu. O günlerde kimseden de isteyemezdim. Kardeşim dedi ki: -Üzülme abla, annemin köfteleri nasıldı? -Harikaydı. -Annem köfteyi unla karıyordu, unuttun mu? -Hatırladım. -Biz de öyle yapalım. Eşim tel dolap yaptırmıştı. Pirinç, mercimek vs. kuru baklagiller bu dolapta kese kağıdındaydı. O zaman kavanoz poşet vb. nerdeee? Unu aldım ama biraz değişik geldi. Kardeşime dedim ki: -Canım bir bakar mısın, nişasta falan olmasın? Kardeşim parmağıyla alıp baktı ve kararını verdi: -Un bu ablacığım, ben bilmez miyim? Köfteyi hazırladık. Annemin yaptığı gibi irice ve tombulca yuvarlakça hazırladım. Koca bir tabak oldular. Kızartmaya başladım. Nasıl olsa biraz sonra eşim gelirdi. Ama enteresan tavadaki köfteleri göremiyordum. Tava köpük içindeydi. Tabii içimden bakkalı suçlamaya başladım: -Ne biçim yağ vermiş, ben zeytinyağı istemiştim. Tavayı ocaktan kenara çekiyor köfteleri öyle çeviriyordum. Acaba anneminkiler de mi böyle oluyordu? Ayrıca köfteler küçülmüştü. "Keşke unla yapmasaydım" diyordum. Kardeşimi çağırdım. "Köfteler minicik kaldılar, oysa kocaman kocaman yapmıştım" dedim. Kardeşim de merak etti. Bir tane alıp yemek istedi. Çatur çutur yiyemedi. Gülmeye başladı: -Kız neden gülüyorsun? Sen söyledin "unla yap!" diye... -Abla sen bunları alçıyla yoğurmuşsun, demez mi? Köfteler alçılı mıydı? Nasıl üzülmüştüm. Köfte tabağını kaptığım gibi yatak odasına koştum. Karyolanın altına koyup çıktım. Çarçabuk salatayı yaptım. İşte eşim de gelmişti. Eyvah ben şimdi ne yapacaktım? Birbuçuk sene nişanlı kalmış ama değil birbirimizi tanımak hiç konuşmamıştık. Babam eve kabul etmemişti. Eskiden yöremizde gelenek böyleydi. O'nun huyunu suyunu bilmiyordum. Acaba ne diyecekti? Eve girer girmez, "oh ne güzel köfte kokuyor hanım, koku taa köşe başından geliyor" dedi. Ellerini yıkarken biz de sofrayı hazırladık. Bu arada bir koşu tabağı mutfak penceresinden bahçeye döktüm. Beş altı kedi gelip kemirmeye bile başlamıştı. Pençereyi kapattım. Çorbayı salatayı koyduk. Peynir zeytin de koyduk. -Canım çorbayı ekmekle ye istersen, dedim. -Neden canım, köfte var ya. "Köfte yok" dedim. "Şaka yapıyorsun, peki bu koku ne?" dedi. -Yaptık ama biz yedik, dedim. -Hepsini mi? -Evet hepsini, dedim. Niye böyle dedim bilmiyorum. Eşim bana inandı mı? Acaba "insan hiç bırakmaz mı? Nasıl birisiyle evlenmişim" demiş midir? Şimdi düşünüyorum da, neden doğruyu söylemedim ki? Korktuğum için mi, utancımdan mı, bilemiyorum. Neyse, yemek bitti. Çayımızı içtik. Yattık. Eşim gülerek: -Canım be, köfte sanki bu odada kızartılmış gibi kokuyor, dedi. Yine söylemedim. Bir daha köfteden hiç bahsedilmedi. Aradan yıllar geçti. Söyledim. Eşim hatırlamadı bile. Boşuna söylememişim. Eşim öyle şeylere asla kızmaz. Çünkü hiçbir kadın evine zarar vermez diye düşünürdü. Yıllarca, sohbet günlerimizde arkadaşlar, "ne olur köfteyi anlat" diye yalvarırlar. Yıllardır, "söyledim bıkmadınız mı?" der güleriz. Bu yaşadıklarım tam 49 yıl önceydi. Komik bir hatıra olsun, dedim. H.D.-Yalova Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00