Anotlu katotlu gözyaşı!..

A -
A +

Çok şükür gönül zenginliğimiz vardır. Elimden geldiği kadar insanlara yardımcı olmuşumdur. Hayatımdan çok memnunum. Müslümanları çok seviyorum. Çok şükür herkesten de iyilik görüyorum. Bazen yola çıkıyorum. Yanımdan bir araba geçip gidiyorken bir bakıyorum, elli altmış metre sonra durup geri geri geliyor. Diyor ki: -Kusura bakma, geçtikten sonra aynada gördüm. Alıyor götürüyor. Allah'ıma şükürler olsun. Her işim rast gidiyor... Ben size yıllar önce evimizde, ailemizde yaşadığımız bir radyo hikâyesi anlatacağım. Vizontele'yi bilirsiniz... O yıllarda bizimle birlikte aynı duyguları yaşayan Mükremin'in manidar bir televizyon hikâyesi Vizontele he... Aynını biz evimizde bakın nasıl yaşamıştık? O yıllarda köylük yerde radyo ne gezer? Evimizde bir radyo var ki anotlu katotlu... "Bu da ne?" diyeceksiniz. Anot ve katot olarak adlandırılan terimler elektronikte artı (+) ve eksi (-) kutupları ifade eder. Bir pili örnek alacak olursak, artı uç anot, eksi uç katot olur. Kocaman bir makine... Çeyiz sandığı gibi bir şey. Önce bir lambası yanıyor. Birkaç dakika sırf ısınması için bekliyorsunuz. Sonra cızırdamaya başlıyor... Memlekette doğru dürüst Türkçe bilen yok zaten... Ben de okula yeni başladığım için çat pat öğrenmişim. 1961-1962'li yıllardan söz ediyorum. Bir ikindi vakti... Babam, biz, komşular evde büyük bir seminere katılıyormuş gibi toplanmışız radyonun başına... Ne yapıyoruz? Haber dinleyeceğiz... O vakit habere "ajans" diyorlardı. Ankara'dan yayın yapıyor ve uzun dalga üzerinden Van'da da dinleniyordu... İnsanların dış dünya ile bağlantısı bu radyo idi. Haberlerden bir tanesi şuydu. İzmir taraflarında bir trafik kazası olmuştu. Kazada bir kişi hayatını kaybetmişti... Babamlar bir insanın ölüm haberinden o kadar etkilenmiş ve üzülmüşlerdi ki bu üzüntülerini cık cık çekerek belli etmişlerdi. Hep birlikte bu önemli haber için "cık cık cık" dedik. Vah vah anlamında yani... Tam o esnada olana bakın... Bizim tandır evi vardı. Bir de az ötede kilerimiz. Anneciğim, o esnada tandır evinden birinci kattan çıkmış, kilere gidecekmiş. İşte o esnada bizim üzüntü içerisinde "cık cık cık" dediğimizi duymuş. Merak etmiş ne oldu diye... Sesledi bana ve sordu: -Oğlum ne oldu? -Bir şey yok anne, dedim. -E bir şey yok da niye "cık cık cık" diyorsunuz oğlum? -Ya bir şey yok anne, neden böyle kafana takıyorsun? -E oğlum bir şey var ki öyle dediniz. Merak etmeyeyim mi? O zamanlar sekiz dokuz yaşındayım. Dedim ki: -Ya anne seni ilgilendirmez. İzmir'de bir trafik kazası olmuş. Bir kişi ölmüş anne, onun için... Hayda... Bunu demez olsaydım. Annem bu söz üzerine "vah vah" diyerek ağlamaya başlamasın mı? Hem ağlıyor hem mırıldanıyor: -O da Müslüman değil mi? Belki yeni askerden gelmiştir. Belki nişanlıdır. Belki evlidir yeni çocuğu olmuştur? Belki bir evin bir oğluydu. Vah yavruma vaah..." Anneciğim "belki şöyle olmuştur, belki böyle olmuştur" diyerek başladı İzmir'deki o trafik kazasında ölüm haberine ağlamaya... Onun gözyaşlarına babam duygulandı. Ben zaten duygusal biriydim. Ben de başladım ağlamaya... Yıllar geçmiştir aradan... Bugün geldiğimiz hale bakıyorum da, adam yanı başında olan kazaya dönüp bakmıyor. Hatta kaza ile çarpınca bırakıp kaçıyor... Nereden nereye geldik. İzmir nere, Van nere... Merhamet nere? Şimdi insanları şu bu diye ayrıştırmaya çalışıyorlar. Bir müminin bir mümine duyduğu o merhamet duygusundan bugün gelinen noktayı aklım almıyor. Muhsin Arvas-Van > Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.