"Artık evime gideyim ne olur"

A -
A +
Babama 1998 yılında "KLL" teşhisi konuldu. Bu hastalık kan kanserinin bir çeşididir. Tıp kitaplarımızda "altı aylık kan kontrolleri ile 12 yıl yaşayabilir" der. Babam 58 yaşındaydı. Teşhis bizi çok üzse de; 58+12=70; Türkiye'deki ortalama insan ömrüne denk geliyor diye de hesap yaptık.
Bir sene kontrol altında tutmaya çalıştık ama kontrol edilemedi. Kitabi seyrin tamamen dışına çıktı. Kan nakilleri yapılmaya başlandı. Kardeşimin mezun olduğu Hacettepe Tıp Fakültesi Hastanesinde Onkoloji servisinde yatıyordu. Kardeşim bütün takip ve kontrollerini yaptırıyordu. Ben de İzmir'den Hava Hastanesinden izin aldıkça yanına geliyordum.
Odası Hacettepe'nin arka mahallelerine bakıyordu. Yanında kaldığım bir gece dedi ki:
"Akşam olunca önce sokak lambaları yanıyor, sonra evlerin lambaları... Sonra gece yarısına doğru sadece gece lambaları ve tek tük bazı evlerin ışıkları kalıyor. Sonra yavaş yavaş ortalık aydınlanıyor."
Geceleri çok ağrısı olduğunu, uyuyamadığını söylemişti.
"Yastığa başını koyunca uyuyup sabah uyanmanın kıymetini bilmek lazım, geceler çok uzun" derdi. Berat kandilinin üzerinden az bir zaman geçmişti. Dedi ki:
"Gördün mü beratımızda neler yazılmış. Çok uzun hesaplar yapmamak lazım ne olacağı bilinmez." Amansız hastalık bir senede babamı yedi bitirdi. Biz ise hastalığı ondan sakladığımızı sanıyorduk. O da bilmiyormuş gibi yapıyordu; iki çocuğunu tıp fakültesinde okutmuş baba bunu yutar mı?
Ama ne biz ne de babam hastalığı dillendiriyorduk. Babam vefat edince elbiselerini bir fakire vermek için ceplerine bakarken bir not buldu bize getirdi annem.
Babam, bizim kitaplarımızdan KLL hastalığının evrelerini yazmış. Babam meğer hastalığının hangi aşamada olduğunu bile biliyormuş.
Babam "Konya'ya evimize dönelim, artık evime gitmek istiyorum, bunlar bana bir şey yapamıyorlar" dedikçe kardeşim ile ben, doktoruz ya, diyorduk ki:
"Baba bak; burada serum veriyorlar, kan takıyorlar, Konya'dan daha iyi bakılırsın"
Babam çaresizlik içinde yatağına çıkıyor kıvrılıp yatıyordu. Küçücük kalmıştı. Çocukluğumuzda bize yön veren, her işine kendisi koşturan, çocukluğumuzun uzun ve heybetli adamı; evin tek karar makamı o muktedir insan, küçülmüş, bizden rica ediyordu:
"Artık evime gideyim ne olur!.."
Doktor bile olsanız hastanızın son anları olduğunu kabul etmek istemiyorsunuz. Bunu size dışarıdan birisinin söylemesi gerekiyor:
"Hastanızın son günleri, alın götürün de huzur içinde evinde ruhunu teslim etsin" demesi gerekiyor. Bunu kabullenmek kolay değil tabii ki. Artık babamı Konya'ya evimize götürmeye karar verdik. Devamı yarın

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.