Türkmenistan'dan sonra yol çok bozuktu. 365 km'lik yol iki gün sürüyordu. Gümrüğü yatırıp evrakları tamamlayıp yola koyuldum. Yapayalnızdım. Bildiğim duaları okuyordum. Neden sonra sıcakta lastikler soğusun diye beklerken yine kitaplara gömüldüm. Öğrendim ki, "Namaz kılmayanın duası kabul olmazmış." İran'dan öte Türkmen tarafında iki üç küçük yerleşimden başka Kumdağ'a kadar canlı yoktu. Kumdağ'dan sonra Nebit dağı. Ondan sonra Türkmenbaşı... Hazar kıyısında bir şehir. Sonra yine çöl... Petrol kuyuları, deve ve at başları... Issız bucaksız çöl... Lokantanın parkına çektim. Akşama burası dolardı. Çünkü Meşhed'in, Nişapur'un yoluydu. Kazak, Türkmen, Afgan yolu buradan geçiyordu. Yeme içme duş derken yarına hazırdım. Yasak olmasına rağmen Türk televizyonunu seyrettim. Akşama bizim firmadan karşıdan gelenlerle dertleştik ve yattık. Sabah onlar Türkiye'ye ben Kazakistan'a doğru yola çıktık. Altımdaki araba yeni ve bakımlı, bir küheylan gibiydi. Üstüne binecek sürücü arıyordu. Yüküm hafifti. Keklik gibi sekiyordu. Allahuekber Dağlarını rahat bir şekilde çıktım. Dağın inişinde buz gibi bir su ve bir çeşme vardı. 24 ülke gezdim, Türkiye'm dışında suyu sebil yapan bir ülke görmedim. Sularımı doldururken bir korna sesi duydum. Baktım bir Türk TIR'ı... Selamlaştık. O da Kazakistan'a gidiyordu. Yolun da acemisiydi. Gurbette yalnızlık zordur. Birlikte gideriz dedim. Çok sevindi garibim... Bir rampayı inerken baktım hava lambası yandı. Frenler kilitlemeden genişçe bir yer bulup yanaştım. Ama yer yolun solundaydı. Kabini kaldırdım. Bu yeni arabaların kötü bir huyu vardı. Kompresörün contasını patlatınca havayı basar farkına varmazsın. Motorda su kalmaz yakarsın. Tam zamanında fark etmişim. Kompresörü söktüm. Contayı taktım. Tam kabini indirirken solda olduğum için, yanımdan hızla geçen iki TIR'ın rüzgârı vurunca kabin krikoyu patlattı. Kabin göğsüme vurunca beni motora yatırdı. Sağ ayağım ve dizim kabinin şişini tutuyordu. Sol kol ve ayağım zaten sıkıştırmıştı. Bağırdım çağırdım kimse yok!.. Biraz sonra yaşlı nur yüzlü bir kamyonet sürücüsü geldi. Ama beni çıkartamıyordu. Allah'tan yoldan geçen iki TIR şoförü de geldi ve beni çıkardılar. Sağ ayağım üç yerinden patlamıştı. Allah saklasın 10 cm geriye düşsem kabin kilidi kafamı koparırdı. Bu arada Türk TIR'ı arkadaş göremeyince dönüp gelmiş. Vefa bu işte... Gurbet arkadaşlığı bu... Şükür ayakta ve topuğumda ciddi bir hasar yoktu. Kapı'ya kadar birlikte gitmeye karar verdik. Saat 14:00'e doğru Kapı'ya geldik. Gümrüğe evrakları verdik. Sabah 08:00'e kadar işimiz yoktu. Serbest pazarda ağır aksak dolaşırken tanıdık bir İranlı şoföre rastladım. Beni doktora götürdü. Çok şükür kırık çıkık yoktu. O akşam misafiri olduk. Ertesi gün Türkmenistan'a geçtik. Türkmenistan'da önceki huylarımı terk ettim. Kendi kendime söz vermiştim. Artık ne loş ışıklar, ne kadın, ne içki... Tövbe... Dualarımın kabul olması için de illa ki namaza başlamalıydım. Bu kaza da bana ciddi bir ikazdı işte... Kazak tarafında Demir Ata (Demir Baba) diye bir türbe vardı. Herkes ziyaret ederdi. Ben de orada iki rekat namaz kılıp Allah'a tövbe ettim. Allah beni sevmeseydi bu kitapları karşıma çıkartmaz, bu ikazı yapmazdı. Çok şükür tövbemi yerine getirmek nasip oldu. Elhamdülillah artık ehl-i sünnete uygun, ailemle huzurlu ve mutlu bir dünyam var... Hilmi Yumuşaker-Hatay > Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00