"Asıl kör sizsiniz!.."

A -
A +

Güney Marmara'da servis yaptığım günlerdi. Arzu ettiğim siparişleri alamamıştım. Yorgunluk bir tarafa bir iş çıkartamamanın üzüntüsüyle bitkin haldeydim. O ruh haliyle inmiştim Ankara'ya... Otogar'dan çıkmış iş yerime gitmek üzere belediye otobüs peronlarına doğru ilerliyordum. O an birisi dikkatimi çekti... On sekiz yirmi yaşlarında mı desem, bir üniversite talebesi mi? Temiz, bakımlı pırıl pırıl bir delikanlı... Ama elinde bir beyaz baston... Görmeyen gözlerine destek amacıyla her adım atarken bir sağa bir sola tıklatarak kendine yol bulmaya çalışıyor. Allah'ım nasıl oldu bilemiyorum o an içimden o kimseye odaklanmak geldi... Biz elimiz tutuyor, gözümüz görüyor rahat rahat işimizi görüyorduk. Bu insanlar ise şu ellerindeki beyaz plastik baston olmasa bir adım bile atamıyorlardı. Hem o ruh halini beynimde yorumlamaya hem de o delikanlıyı farkında olmadan takip etmeye başlamıştım. Bu takibim biraz sonra şuurlu bir hal aldı. Dedim ki içimden: "Bu genci hiç olmazsa belirli bir zaman takip edeyim ve yardıma ihtiyacı olduğunda yardımcı olayım..." Tabii bu düşüncemi o bilmiyordu. Benim kendisini biraz geriden izlediğimin de farkında değildi. Hepimiz rastlamışızdır böyle birisine... Ama genelde hiçbirimiz işimizi birazcık erteleyip o kişileri izlemeyi düşünmemişizdir. Nasıl bir mücadele içindeler. Bu çubuk onlara yetiyor mu? Yetmediği zamanda ne yapıyorlar? Kimden nasıl yardım alıyorlar? Alabiliyorlar mı? İnsanlar onlara nasıl davranıyor gibi sorular... Bakınca gördüm ki, insanlar yanı başlarındaki körleri görmeyecek kadar kör olmuş... Bu birkaç dakika içinde nelere şahit oldum anlatamam... Ellerinde sigara ile o âmâ gencin yanından geçerken kılını kıpırdatmayanlar... âmânın elindeki çubukla yol yordam bulma çabasına rağmen onu ikaz ederek öncelik isteyenler... Hatta ona çarpıp ardından da "Aaa, körmüş" diye şaşıranlar... O âmâ vatandaş bu sosyalleşme özürlüleri hoş görüp kabullenmişti belki. Fakat ben o sosyal özürlülere "asıl kör sizlersiniz!" diye çıkışmamak için kendimi zor tuttum. Çünkü bir müddet daha o âmâ genci takip edip yardıma ihtiyacı olduğunda yardım etmek istiyordum. Nitekim bir dört yol ağzına geldi. Elindeki çubuğun yetersiz kaldığı bir ortamdı. Hemen yanına yaklaşıp "Yardım edebilirim" dedim. Ne tarafa gideceğini sordum. İstediği istikamette yolun karşısına geçirdim. Bu arada gideceği istikameti de öğrenmiştim. Otobüslerin seri olarak kalktığı bölgeye gelmiştik. İşte halen unutamadığım kibarlığa da orada şahit oldum: -Beyefendi, şu numaralı otobüs geldiğinde haber verirseniz sevinirim... Tabii o vakte kadar sizin otobüsünüz gelmez ise... Bu ne kibarlıktı. Acaba kaç gözü gören insanda bu görgülülük vardı? Çok etkilendim: -Hay hay geldiğinde haber veririm... Bir kenara çekilip o gencin otobüsünün gelmesini bekledim. Sanki kendim o otobüse binecekmiş gibi bekledim. Tabii bu arada benim kendi bineceğim otobüs geldi hakikaten. Ama binmedim. Gelmemiş gibi beklemeye devam ettim. Onun otobüsü geldiğinde de, "Buyurun otobüsünüz geldi" diyerek onu otobüsüne bindirerek oradan ayrıldım. Ne üzüntü kalmıştı, ne keder, ne can sıkıntısı... Bu insanla kendimi kıyasladığımda şükredecek o kadar çok şeyim vardı ki... Bu genç elinde bir plastik çubukla dünyaya tutunmaya çalışıyordu. Kendisinden başkasını umursamayan hoyrat kalabalıklar arasında yaşamaya çalışıyordu. Ve bütün bunlara rağmen mutluydu, yaşama sevinci ile doluydu. Ben neye üzülüyordum ki!.. Levent Sağbaş-Ankara

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.