Aslında hepsi babamın yüzünden

A -
A +

Annesi benim halimi düşünmüş ve merak etmiş olacak ki bir gün çekinerek sordu: -Siz her engelli çocukla böyle ilgileniyor musunuz? Yoksa bu sadece bizim çocuğumuza mı? Haklıydı. Bir değil iki değil. Her hafta en az üç kez fizik tedavisi için Anadolu yakasından Avrupa yakasına gidip zihinsel engelli çocuklarıyla ilgileniyordum. -Her hastam bana, sizin söylediğiniz bu sözü söylüyor. Daha bir duygulandı. Ama onlar, benim nasıl fizyoterapist olduğumu bilmiyordu. Ben aslında, Almanya'ya işçi olarak giden ama işleri çok iyi olmasına rağmen vatan hasretine dayanamayıp Türkiye'ye dönme kararı veren bir işçi çocuğuydum. Babamın yüreğindeki memleket sevgisi, Refik Halit'in Memleket Hikâyeleri'ni aratmazdı. Hani bir hikâyesinde, yolu gurbete düşen bir ayakkabı tamircisi vardı. Tamir için gittiği bir evde, halasına misafir olmuş minik bir Türk çocuğuyla karşılaşmıştı. Çocuk eskiciyi seyrederken fakında olmadan "çiviler ağzına batmaz mı?" deyince Türk olduğu ortaya çıkmıştı. Eskici de aslında Türk'tü. "Sen Türk müsün?" demişti şaşkın ve sevinerek. Sonra iki aydan beridir kendi dilini anlayan biriyle konuşmaya hasret kalmış çocuk ayakkabı tamiratı bitene kadar eskici ile aklına ne geldiyse konuşmuş konuşmuştu. Ancak tamir tamamlanmış, artık gitmek vakti gelmişti. Eskici eşyalarını toplarken çocuk da ağlamaya başlamıştı. Çünkü gurbette kendisini anlayabilen tek bir insan bulmuş iken, şimdi o da bırakıp gidiyordu. Bu içli içli ağlayan çocuğu nasıl teselli edeceğini bilemeyen eskici de aslında aynı duyguyu yaşıyordu. O bakımdan gözlerinden süzülen iki damla yaşı göstermemeye çalışarak sadece "ağlama be, ağlama" diyebilmişti. İşte benim babam da gurbetteki o "eskici" gibi ille vatanım demişti. Çok sevdiği memleketinin havasına suyuna toprağına kavuşmanın hayalini çekmişti. Her şeyden önemlisi de ezan seslerine kavuşmuştu. Köyde çoklarının "Yahu ne çok para kazanıyordun" diyerek hayret ettiği babam, esasında kendisine hayret edenlere hayret ediyor ve diyordu ki: "Bunlar elin memleketlerini görmemişler. Dolayısıyla bu aziz vatanın kıymetini bilmiyorlar." Babam aslında her şeyin kıymetini vaktinde ve zamanında iyi bilen bir adamdı. Köylük yerde hayvan besleyiciliği yapanların yakalanabildiği Brucella veya halk arasında peynir hastalığı denilen hastalığa yakalandığında da demişti ki: "Sağlık ihmale gelmez" Tedavisine yönelmişti. Ama yapılan yanlış bir tedavi sonucu işitme yeteneğini yitirmişti. Babamın bu ezan sesi dinleme sevdasını kulakları kıskanmıştı adeta. Nasıl üzüldüğünü o anlatmasa da biz anlıyorduk. İşitme engelli diyorlardı ona bizim meslektekiler. Oysa biz köyde iken babama "sağır" diyorduk en doğal ve samimi haliyle. Biz de sağırın oğluyduk. Yani sağıroğlu... Yıllar sonra beni Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon bölümüne yollarken, buradan mezun olanların ne iş yapacağını öğrenince tembih etmişti: "Bu okuldan çıkınca engelli insanların gözü kulağı olacaksın. Her hastana kendi canın gibi bakacaksın. Yoksa babalık hakkımı helal etmem! Allah için söz mü?" "Söz baba!" "De hadi yürü, Allah yolunu açık etsin." İşte babamla aramızdaki o ahitleşmeden sonra zaten çok sevdiğim mesleğimde her hastamla ilgilenirken babam da hemen yanı başımdaymış gibi olurum. Önce Allah'a sonra babama verdiğim o sözü hatırlarım. Hepsi bu... Yani sizin anlayacağınız, sizin çocuğunuza ve diğer çocuklara gösterdiğim bu ilginin tamamı babamın yüzünden. Kulakları duymayan canım babamın... Hakan Özdemir- İstanbul > Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.