Ateş almaya mı geldin?

A -
A +

Doğduğum ve büyüdüğüm köyde okuryazar sayısı çok azdı. Ben ilkokulda okurken nice asker mektupları yazdığımı ve okuduğumu, karşılığında da meyve türü yiyecekler verildiğini daha dün gibi hatırlıyorum. Takdir edilmek ve küçük bile olsa böyle hediyeler almak çok hoşuma giderdi. Mektup yazma konusunda benim tercih edilmemin nedeni, sadece okuryazar olmam değildi. Mektuplara güzel ağıtlar, destanlar ve mâniler yazmada yetenekli olmamdı. Hatta o devirde kasabalarda, içine mâniler ve destanlar yazılmış hazır mektuplar bile satılırdı. 

 

Ben ilkokulda okurken kentlerde “kamyon” denilen bir şeyin olduğu, kendi kendine gittiğini, üzerine bir dağı bile yüklesen götürdüğünü anlatırlardı. Biz de saf saf inanırdık.

 

“Madem kendi kendine gidiyor, o takdirde bir dağı da götürüyordur” diye düşünürdük.

 

Kağnı bile görmemiş, tekerlekle tanışmamış birisi için bu durumun normal karşılanması gerekir diye düşünüyorum. Bir yönüyle, tarihte tekerleğin ilk kez Asurlular tarafından M.Ö. 2000’li yıllarda yapıldığını düşünürseniz, benim doğum tarihim ondan da eski olmuyor mu?!. İnanın bu bile oldukça kısa bir tarih sayılır benim hayat şartlarım düşünülünce.

 

Ben ve benim neslim "taş devri"nden "bilgi çağı"na kadar geçen ve on bin yılı içine alan değişik ekonomik dönemleri yaşadı. Hatta biz, bana göre, ilk sosyal ihtilâl olan ve pek çok mitolojiye konu olan ateşin evcilleştirilmesini bile yaşadık diyebiliriz. Kibrit nedir bilmediğimizden, yanan korları külün içinde muhafaza ederek, böylece ateşi hiç söndürmemeye çalışırdık. Hatta sabahları kalktığımızda eğer küllerin içindeki korlar -ki köz de denir- sönmüş ise komşulardan kimin bacasından duman çıkıyorsa bakıp ona “ateş” istemeye giderdik.

 

Gidiş ve gelişimiz çok hızlı olurdu. Bundan olsa gerek ki, şimdi bile bir yerde kısa süre kalıp ayrılmak isteyene “ateş almaya mı geldin?” denilir.

 

Yine günümüzde bile bir ürünün fiyatının normalden çok fazla olduğunu belirtmek için “ateş pahasına” demezler mi? Eminim ki bu deyim çok eskilerden kalma, değerli ve yerinde bir deyimdir. Isınma da davlumbazları olan ocaklar sayesinde oluyordu.

 

“Soba” nedir, daha bilmiyorduk. Çok sonraları Ahmet dayımlar soba alıp köye getirince, herkes büyük bir merak içinde, hatta utandıklarından gizli gizli onu görmeye gitmiş, görenler görmeyenlere hayretlerini, bire bin katarak anlatmışlardı...

 

     Osman N. Yıldırım

 

 

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.