Dört kafadar çocuk çevirmiştik kahvede bir masa... Mahalleden arkadaşız hepimiz... Daha yaşımız onbeş filan... Ama bu yaşta güya özgür olmak, kahveye gitmek çok hoş bir keyifti... Düşünsenize koskoca kahveci masanıza kadar çay getiriyor. Sigaranızı yakıyor, kahvede oyun oynuyorsunuz. Sırtım kahvenin camına dönük oyuna dalmışım. Tam karşımda oturan Suat korku dolu sesle ikaz etti: -Nurettin... Annen geliyor oğlum... Birden tüylerim diken diken oldu: -Ne annesi be? -Çabuk saklan, seni kahvede görmesin... Şöyle camdan baktım ki hakikaten annem kahveye doğru geliyor. Bizim kahveye gitmeye başladığımızı öğrenmiş... Masaları birbirine katarak paldır küldür kendimi kahvenin tuvaletine zor attım... Arkadan kilitledim. Kalbim içeride körük gibi... Çişim olduğundan değil ama korkumdan altıma edeceğim... Vee işte annemin sesi: -Nerde Nurettin! -Biz onu görmedik teyze! Ama o inanır mı? Kahvedeki aylak bir sürü insanın şaşkın bakışları arasında şöyle kahveyi, öfkeli gözleriyle radar gibi tarıyor. Sonra kahveciye soruyor: -Nerde Nurettin? Kimsede anneme cevap verecek takat var mı? Annem ki 1.85 boyunda, 120 kiloda kocaman bin dev... Yaşı da 35-40 civarında... Nerden bulduysa elinde bir sopa... Yiğit olan çıksın karşısına... Sağa bakıyor, yok, sola bakıyor yok. Kahvede zaten düzen kalmamış... İnsanlar duvarlara sinmiş halde... Herkes nerden geldiği belli olmayan eli sopalı bu kadının hayal mi yoksa rüya mı olduğunu anlamaya çalışıyor. Ben içeride olan biteni tahmin ediyorum... Çünkü az önce taş şakırtılarından, bardak karıştırma seslerinden, kuru gürültülerden eser kalmamış, kahvede çıt çıkmaz olmuştu. Kendi kendime diyordum ki: "Hadi anne... Hadi git... Bulma beni... Ne olur bulma!" Tuvaletin kapısının "güm güm" vurulmasıyla yüreğim ağzıma geldi: -Nurettin... Çabuk çık dışarı... Ordasın biliyorum. Bana kapıyı kırdırtma... Çık! Kahvenin kapısını kırmak mı? O kadar da değil... Blöf olmalı bu... Ama yanılmıştım. Çok geçmeden kahvenin derme çatma kapısına bir tekme vurulduğunu duydum. Kapı pat diye açıldı. Ve... Annemle göz göze geldik... -Anne?!. -Seni, beni bilmez seni!.. Senin ne işin var böyle izbe yerlerde? Sigaranın isin pasın içende ha?!. Benim kolumdan dışarı çekti. Annemden kurtulmak mümkün mü? Kaba etlerime vura vura kahvenin ortasında bir iki döndürdü... Bir daha gelmeyeceğime yemin ediyorum ama bir kere suçüstü yakalanmışım... Bir kere elinde sopayla oraya kadar gelmiş. Bir iki vurmadan anlamı kalır mı?.. Kahvede herkesin önünde bir temiz dayak yedim!.. Derken annem elinde sopayla kahveciye dönmesin mi? -Bana bak kahveci misin ne isen? Bir daha bu çocuğu kahveden içeri alırsan bak bu sefer şu kahvenin ortasında evire çevire seni döverim! Utanmazlar! Üç kuruş kazanacağız diye el âlemin ufacık çocuklarını böyle isin dumanın içine almaya, kumara alıştırmaya utanmıyor musunuz, reziller! Kahveci âdeta sinmiş, gıkını çıkartamamıştı... "Hadi düş önüme!" diyerek kulağımdan tuttu çıkardı beni kahveden. Arkadaşlarım zaten çil yavrusu gibi dağılmıştı. Bizi uzaktan kesiyorlardı. Annemin o kahve baskını ve yediğim anne sopası sebebiyle ikinci defa gittiğim kahveye bir daha adımımı atmadım. Şimdi 62 yaşındayım. Kahve nedir, sigara nedir bilmem. Annem çaresizdi. Zavallı bir kadındı. Babam rahmetli uzun yıllar psikolojik rahatsızdı. Bizimle ilgilenememişti. Ama anneciğim o yıllarda bile bizi kurda kuşa yem etmemişti. 83 yaşında vefat etti. Nur içinde yatsın. Nurettin Mutlu-İstanbul Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00