Bu anlattıklarım ne hikâye ne roman. Bu yaşanmış, yaşanmaya mahkum edilmiş eski bir TIR şoförünün ak kâğıtlar üzerine düşen kara yazgısının öyküsüdür. Yirmi yaşında şeker hastası oldum kırk yaşında yüksek tansiyon. 49'unda da şeker ve tansiyon gözlerimin % 40'ını aldı. Artık bundan sonra yaşlı, yorgun, bitkin bir adamım. Ne elim tutuyor ne ayaklarım beni taşıyor, ne gözlerim tam görüyor. Bu zamana kadar ömrüm mücadeleyle geçti. Hep bir şeyler yapmak istedim ama olmadı. İşlerim ya yarım kaldı. Ya başka bir problem çıktı. Bir türlü başarılı olamadım. Bu yaşıma kadar işim hep oldu ama param pulum hiç olmadı. Varsın olmasın, hiç olmazsa yüce divanda maldan dolayı sorgulanmam inşallah. Anamdan bana kalan tek miras, tek hatıra neydi, diyeyim mi? Şeker hastalığı... Bu illet hastalık irsiydi ve takip ediyordu. Ben bunu kırk dokuz yaşına kadar anlamadım. Gençtim. Çalışkandım. Yıkılmadan ayakta durabiliyordum. Ellerim tutuyor, gözlerim görüyordu. İşimin peşinde aşımın başında didinip duruyordum. Görünüşüm dev gibiydi. Şaka değil kantara çıktığımda yüz otuz kilo geliyordum. Ama bitti... Her şey bitti. Kırk dokuz yaşımda vücudumda ne kadar maraz varsa gelip kucağıma oturdu. Dertler tek tek gelseler belki başa çıkabilirdim. Ama üçü birden gelince beni alt ettiler. Seksen kiloya kadar düştüm. Artık ellerim tutmuyor, ayaklarım beni taşımıyor, gözlerim iyi görmüyordu. Malul olmuştum. 32 sene sırtım yatak görmedi desem yeridir. Hep şoför mahallinde yattım. -Sonum ne mi oldu? -Başı olmadı ki sonu olsun... Gözlerim karıncalanıp uykum geldiğinde, yorgunluktan, uykusuzluktan zannettim. Yanılmışım. Bunlar hep şeker hastalığının başlattığı sinsi faaliyetlermiş bilemedim. Belki de bilmek istemiyordum. Ama nereye kadar? Hani derler ya "Takke düştü kel göründü." Aynen öyle oldu. Bazen şerlerde hayır çıkmıyor muydu? Mademki imtihan dünyasındaydık? Sabrediyor, şükrediyordum... Beklenen son gelmişti... Ellerimde ayaklarımda gözümde şişlikler oluşmaya başladı. "Yine yorgunluktan" diyordum. Aldırış etmedim. Üç sene çorap giyemedim. En geniş çorapları alıyordum. Bir saat sonra geri çıkartıyordum. Çünkü ayaklarım mengeneye verilmiş gibi oluyordu. "Peki niye?" "Ya yediğim bir şey yaramadı ya da yorgunluk ve uykusuzluktan" diyordum. Tabii tansiyondan hiç haberim yok... Zaten bu zamana kadar hastalıkmış, dertmiş umurumda değildi... Maneviyattan, haktan hukuktan hiç haberim yoktu... Nerede akşam orada sabah... Son Kazakistan yolculuğumdu burnum kanamaya başladığında. Ama hem nasıl? Tampon falan fayda etmiyordu. Genzimden oluk oluk, ılık ılık kan gelmeye başlamıştı... (Devamı yarın) Hilmi Yumuşaker-Erzin/Hatay > Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00