Hapishanelerde bayramlaşma bir başka olur... Mahkûmların yakınlarını özlemesi... Umduklarını beklemesi... Ummadıklarının ziyaretiyle duygulanması... Bir başka alemdir... Hani derler ya, "Düş de gör!" O zaman görürsünüz kaç arkadaşınız varmış... Kaç eşiniz dostunuz... Bir savcımız vardı... O geldiğinde medya manşetler taşmıştı... Çünkü medyanın el üstünde tuttuğu bazı mahkûmlara ilgi gösterdiği öğrenilmişti... Oysa o savcı, kimseli olanlarla ilgilendiği gibi kimsesiz olanlarla da ilgileniyordu. Hapishanelerde bir de cezaevi idaresinin mahkûmla bayramlaşması olurdu. Savcısı, cezaevi müdürü, gardiyanlar falan. Mahkûmlar kendi imkanlarına göre giyiniyorlar, bayramlaşmaya kendilerini hazırlıyorlardı. Ama bu savcı farklıydı... Bayram namazı sonrası geliyordu cezaevine... Herkesten önce mahkûmlarla tek tek bayramlaşıyordu... Ama bu sırada sanki başka bir şey yapıyordu. Bizi adeta bayram törenlerine çıkacak öğrencileri gibi görüyordu. Hepimize tek tek hal hatır sorarken göremediklerini soruyordu: -Filanca nerede? -Sayın savcım pantolonu yok da çıkamadı. Hemen ona pantolon tedarik ettiriyordu. Rahatsız mı? Hemen tedavisine koşturuyordu... Hepimizin eksiğini gediğini sabahleyin bayramlaşarak tamamlatıyordu. Öğleye doğru yapılacak resmi bayramlaşmaya bizleri bir adeta mahkûm velisi gibi hazır ediyordu. Resmi bayramlaşma başlıyordu... Bakıyorduk, sanki sabah gelip bizleri hazırlayan o değilmiş gibi resmi kadronun önünde hepimizle savcı olarak bayramlaşıyordu. O bayram sabahı yine namazlarımızı kılmış kendi aramızda bayramlaşmaya başlamıştık. Baktık sayın savcımız yine gelmiş... Aramızda... Bizden biri... Bizimle resmiyet dışı, abi kardeş gibi bayramlaşıyor... Yine sarmaş dolaş hepimizle... O sırada mahkûmlardan biri, boynuna sarıldığı savcıyı bırakmıyor. Çekinerek de olsa kulağına bir şeyler fısıldıyordu. Mahkûm arzuhalini dile getirdiğinde savcının rengi değişmişti... Gözleri doldu geldi... -Tamam... Tabii ki... Tabii ki, dedi kesik kesik... Sonra dayanamamış olacak ki yönünü başka tarafa döndürdü... Koskoca savcı kendini tutamamış ağlamaya başlamıştı. Kimseye belli etmemeye özen göstererek. Arzuhalini söyleyen mahkûm buruk bir sevinçle kaybolmuştu mahkûmların arasına... İyi de ne söylemişti bu mahkûm? Bu savcıyı böylesine ağlatan söz ne olabilirdi ki? Soramazdık ki savcıya... O hepimizin savcısı değil babasıydı... Yine hepimizin tek tek kılığına kıyafetine baktı... Teftiş eder gibi değil bayrama hazırlayan bir anne gibi... Çorabı olmayana çorap, ayakkabı olmayana ayakkabı tedarik ettirdi yine... Bizi hem öğleye doğru yapılacak resmi bayramlaşmaya hem de ailelerimize karşı bayramlaşmaya hazır hale getirip ayrıldı... Koçum benim... Ama çok merak etmiştim o mahkûmun durumunu... Öğrenmem kısa sürmemişti... Hapse düştüğünden beri iki çocuğuyla birlikte hanımı dışarıda çok mağdur olmuştu... Belki gücü olsa hapse mi düşerdi? Ailesi açlık sınırında yaşıyordu... mahkûmun içeriden dışarıya bir şey vermesi izne bağlıydı. Bu mahkûm baba, bayram ziyaretine gelecek olan ailesine vermek üzere bir haftadan beri kendi tayininden ve arkadaşlarından arta kalan ekmekleri bir naylon poşette biriktirmişti. Ama bu bile izne bağlıydı. Savcının kulağına bunu anlatmıştı: -Sayın savcım, çocuklarım aç. Bayram ziyaretime geldiklerinde onlara biriktirdiğim kuru ekmekleri verebilir miyim? Rumuz: "Bir mahkûm" - Afyonkarahisar > Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00