Adım Hilmi, lakabım "Kirve", kod adım "Murat"... Elli yaşın verdiği olgunlukla TIR şoförlüğü yapıyordum. Hayatım sigara, içki, maraşotu ne kadar müskirat varsa içmekle, nerde akşam orda sabah eğlenmeyle, bir nazlı gelin gibi süzülen arabamla geçti... Binerdim üstüne bir küheylan gibi vururdum uçsuz bucaksız yollara... Hoyrattım elbette... Maneviyat nedir bilmezdim. Öyle bir kaygım da yoktu... Etrafımdaki insanlar loş ışıklı karanlık dünyanın, bedbahtlarıydı... Bazen, bu çilekeş dünyada yine de dinine bağlı insanlara imreniyor, şaşıyordum. Bazen kendimden nefret ediyordum. Ama hepsi o kadar... Sonra kaldığım yerden devam... Ağlamak nedir bilmedim. Kalbim katıydı. Nefis ve şeytan şirket kurmuş bizi kukla gibi oynatıyordu. Ama sağlamdık. Hasret bize diz çöktürmüyor gurbet bizi yıkamıyordu. Arabanın arkasındaki yazıda "yıkılmadım ayaktayım" yazıyordu. Hani derler ya, Allah bir kuluna hidayet nasip edecekse, bir vesile halk ediveriyor... Aynen öyle... Yine uzun ve yorgun bir gündü. Bolu Kaynaşlı'dan otobana girmeden önce, bir kamyoncu lokantasındaydım. Yorgundum... Keyifsizdim... Baktım birileri dini kitap satıyor. Kıyamet ve Ahiret, Hak Sözün Vesikaları, Seadet-i Ebediyye... "Hiç olmazsa arabanda bulunsun" dedim. Vicdanımı rahatlatacağım... Ama para? Cebimdeki beni İstanbul'a ancak atar. Otoban parası, yemek parası, sigara vb. Bu arada kitapların arkasını çevirip fiyatlarına göz attım... Bunlar ne kadar ucuzdu böyle. O fiyata hamala versen dükkana taşımazdı. Hepsini aldım... Yolcu yolunda gerek... İstanbul'a yük alacağım fabrikanın parkına yanaştım. Geldiğimi haber verdim. -Sen arabanda bekle, biz sana haber vereceğiz, dediler. Beklerken kitapları karıştırmaya başladım. Enteresandı, kitabın birisinde sosyalizm ve komünizm hakkında bir bölüm dikkatimi çekti. Din kitabında bu yazı ne iş? Bu ne tesadüf? Tabii bunların bir tesadüf olmadığını, çok sonra anlayacaktım. Neyse... O vakte kadar kendimi sol görüşlü hissediyor, dini de bir afyon, bir uyuşturucu görüyordum. Kendimi ise bir proleter (alt sosyal sınıf) zannediyordum. Tabii Rusya ve Türk cumhuriyetlerine gitmeye başlayıncaya kadar. O coğrafyada, çilekeş insanlarla konuştum. Genci yaşlısı, kadını erkeği, muazzezi müptezeli... Herkesle... Sordum soruşturdum. Anladım ki kendilerine Marksist de dese, Leninist de dese aslında genelde insanlar, görünce parayı dolarist oluyormuş. Bu gerçekleri gördükçe o eski fikir ve düşüncelerimden soğumuş "dön oğlum bu gittiğin yol, yol değil" demiştim. Demiştim ama Hakkın yoluna dönmeye ne yüzüm vardı, ne bir bilgim. Namaz kılmasını bile bilmiyordum, ne biçim Müslümanlıksa böyle? Tek hatırladığım ilkokul çağlarında ailemin beni Kur'an kursuna gönderdiğiydi. Bir de ortaokul ve lise çağlarında din dersi hocamızın bize bir şeyler öğretmek için çırpınışlarını hatırlıyordum. Fabrikanın bahçesinde beni o gün beklettiler. Deseler ki şu zamana müsait olacak, o vakte kadar kafamda bir plan çizerim. Ama öyle değil her vakit çağırabilirler. Ertesi gün de öyle... Daha ertesi gün de... Arabamın başından ayrılmadan üç gün fabrika bahçesinde yük bekledim. Sanki bir görünmez irade, benim o üç gün içinde aldığım kitapları okumam için fırsat ve belki de ortam oluşturuyordu. İşte pişman olduğum yoldan dönmem için vesile olacak kitaplarla baş başaydım. Üç günde epey bir şeyler öğrendim. Neyse 3. gün yükümü aldım. Ver elini İran, Türkmenistan üzerinden Kazakistan... Yolda beni bekleyen sürprizden habersiz çıktım yola... (Devamı yarın) Hilmi Yumuşaker-Hatay > Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00