"Ben hep o gemiyi hatırlarım..."

A -
A +

İlk gemi yolculuğumdu. İstanbul'dan Sinop'a gidecektim. Ehliyeti yeni aldığım için kara yoluyla gitmeyi gözüm almamıştı. İkindi üzeriydi... Yerimize alışana kadar vakit akşam olmuş, gemi sahilden uzaklaşmıştı. Ne gemi yolculuğunu ne gemiyi bilirim. Kafeterya mı vardır, lokanta mı bilemiyorum. Bir sıcak çorba ya da bir bardak çay isterim aslında... Ama nerede o cesaret. Bir ben mi öyleyim? Hayır... Neredeyse yolcuların yarıdan fazlası benim gibi. Gemiye binmiş ama sanki yolcu değiliz. Sanki mülteciyiz. Bir yerden bir yere gitmiyoruz, götürülüyoruz... Be adam bir sor... Çay var mı? Yiyecek bir şey istediğimizde nereden temin ederiz falan... Yok... Koca koca adamların ağzı var dili yok... Kadınlar? Onlar ise adamların yanında birer gölge... Eh herkesin yiyeceği işte yanında... Kimi dolma yapmış saklama kabında... Kimi haşlanmış yumurta ekmek arası... Kimi pekmez sürmüş, kimi börek... Herkesin ortak noktası herkes yiyeceğini evden getirmiş... İstanbul-Sinop-Samsun güzergâhındaki o yolcu vapurunda manzara böyle... Doğru dürüst uyuyamadığım salıncak gibi sallanan ranzada sabaha doğru içim geçmiş. Baktım ki 09:00 olmuş... Sinop açıklarına varmışız... Hava pırıl pırıl. Bizim ahali güverteye çıkmış... Her bir aile bir köşede mini koloni kurmuş. Kimse kimseyle konuşmuyor. Kiminin iki çocuğu var. Kiminin dört. Kimi yaşlı ninesiyle. Kimi ihtiyar karı koca... Koca çuvallar, yaygılar falan... Herkes ya uzak ufuklara bakıyor dalgın düşünceli. Ya gökyüzünün maviliklerine... Kimi fosur fosur sigara tüttürüyor. Kimi göbeğini yaymış güneşliyor... Ne erkeğinde his var ne kadınında... Herkes canlı birer heykel!.. Sadece gözler hareketli... Ben de onlardan biriyim... Aaaa bunlar da kim böyle? Bir turist aile... Hemen sol tarafta onlar da mini bir koloni kurmuş... Ne bileyim... Gözüm takıldı işte... 30-35 yaşlarında bir adam... İki tane de çocukları var... 8-9 yaşlarında... Onlar da geminin güvertesinde kahvaltı hazırlığındalar... Turist adam koltuğuna ayaklarını uzatarak oturmuş. Elinde bir gazete... Bizim gazetelerin yarı boyunda... Peki kadın? Kadın bir karınca misali... Kahvaltı takımlarını çıkarıyor, "Kırmızı Başlıklı Kız"ın annesine çiçek götürdüğü sepete benzer bir sepet içerisinden... Marmelat ayrı... Peynir ayrı... Zeytin ayrı... Süt ayrı... Her birini özenle yer yaygısına seriyor... Ya çocuklar? Onlar kendilerine verilecek hizmeti sabırla bekleyen birer biblo... Hiç hareketsiz, koltuklarında gözleriyle annelerini takip ediyorlar... O kadın inanılmaz bir anaçlıkla ve en önemlisi de büyük bir zevkle kahvaltıyı hazırlıyor... Önce çocukların dilimlerini hazırlayıp veriyor. Sonra bir dilim de koca bebek kocasına... Gülümseyerek... Her biri kahvaltıyı annenin elinden alarak yapıyorlar... Hiç acele etmeden... Hiç kırıp dökmeden... Hiç mızıkçılık yapmadan... Ağzım açık izliyorum bu turist çekirdek aileyi... Ne kadar düzen içerisinde... Derken kahvaltı faslı bitiyor. Baba, gazetesini okumaya devam ederken, anne çantadan birer küçük kitap çıkartıp uzatıyor çocuklarına... Çocuklar "bu da ne?" demeden alıp kitapların arasına dalarken bir kitap da kendisi alıyor kadın... Güvertede... Kahvaltı sonrası kitap okuma faslı. Dönüp tekrar bakıyorum diğer aile kolonilerine... Sonra acı bir tebessümle Nasrettin Hoca'nın fıkrasını hatırlıyorum... "Onlar okuyor ama bizimkiler de düşünüyorlar!.." Bugün Orta Doğu'daki coğrafyada yaşayan insanların Batılı insanlar tarafından dizayn edilmesini haberlerden okurken hep o geminin güvertesi geliyor gözlerimin önüne... Emin Ceylan-Sinop > Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.