Konya-Ereğli'de polis memuru olarak görev yapan Yüksel Bey, ilk görev yeri olan Adana'da kendi başından geçen, "öldüren tebessüm"le ilgili olayı şöyle anlatmıştı: "Bir akşam karakolda oturuyordum. Temiz ve düzgün giyimli iki genç karakolumuzun kapısına doğru yaklaşıyordu. Ben yerimden kalktım, hoş geldiniz, buyurun deyip tebessüm ettim. Oturacakları sandalye gösterdim. Öteden beriden konuştuk, tanıştık. Gençlerden biri, öğretmen olarak mezun olmuş. Henüz tayini çıkmamış Sadettin Bey'di. Diğeri ruhsatsız silah yakalatmış sanık durumundaki Hasan'dı. Hasan'ın da hal ve hatırını sordum. İfadesini aldık. Nezarethaneye koyduk. Ama kendisinden emin, bize güvenen, kendine değer verildiğinden dolayı bize değer veren biri durumundaydı. Nezarette de bir iki defa gidip ihtiyacı olup olmadığını sordum. Çok memnun olmuştu. Genç öğretmen, daha önce arkadaşlarının olumsuz telkiniyle olacak, polisi farklı düşündüğünü anlattı. Benim tebessümle, "hoş geldiniz" deyişim, içindeki bütün peşin hükümleri dinamitlemiş, öldürmüş ve yerine vatandaşıyla barışık, takdir ettiği polis imajı gelmişti. Sohbetimiz sırasında kendisinin suçlu olmadığını bildiğimi, insanın vücut dili kendisini ele verdiği gibi üslubunun da kişi hakkında karşısındaki insana önemli fikir vereceğini anlattım. O günden sonra ara ara görüştük. Arkadaşlığımız arttı. Bir gün telefon etti. Tayini Mardin'e çıkmıştı. Mardin'e gidişine benim sohbet ve o ilk tebessümümün sebep olduğunu anlatmıştı. Genç öğretmenin öğretmenlik yaptığı köyde telefon yoktu, imkânsızlık içindeydi. Önceleri yakın çevrenin dışına da gitmek istemiyordu. Tebessümün, samimiyetle yapılan sohbetin kendisini etkilediğini, Mardin'in telefonsuz köyüne memnuniyetle gittiğini söylemişti. Şark hizmetim için tayinim Şanlıurfa'ya çıktı. Gidince çok niyetlendim gidip görüşeyim diye ama nasip olmadı. Günlerden bir gün telefonum çaldı: -Nasılsın Abi, ben Sadettin öğretmen... Hem şaşırdım, hem sevindim... Hasretle uzun uzun sohbet ettik. Maaş almak için Mardin'e gelmiş, geceyi orada geçirmişti. Sabahleyin yine, kalplerine doğacak güneşi bekleyen, minimini köy çocuklarının arasına gidecekti. -Sen nasılsın? Ne yapıyorsun? Köyde seninle birlikte başka öğretmen var mı? Biraz sesi titredi. Kendinden önce hiçbir öğretmen köye gitmemiş, gitmek istememiş. Beş sınıfa birden kendisi bakıyormuş. -İşte ben öğretirsem öğrenecekler, ben sevdirirsem sevecekler... Anlattı anlattı... Birbirimize karşılıklı başarılar diledik. Telefonu kapattım... Aradan yıllar geçti. Günlük iş koşuşturması, hayat mücadelesi vb. derken bir daha genç öğretmenle uzun süre görüşemedim. Ama hiç aklımdan çıkmadı. Hep gönlümün en mutena köşesinde saygın yerini korudu. O, bu ülkenin çocuklarına sevgi götüren şefkat götüren, bilgi götüren bir yüce gönüldü. Senelik izinde olduğum bir gün Adana'dan ailesini aradım. Kendimi tanıttım. Sadettin Bey'i sordum. Cevap veren bayanın sesi önce titredi, sonra hıçkırdı. Zorlukla, trafik kazası terörüne kurban gittiğini söyledi. Hıçkırma sırası şimdi bendeydi. Bir tebessüm ve " buyurun" deyip yer gösterdiğim öğretmen, benim tavsiyelerime uyup kimsesiz kalpleri aydınlatan güneş olmuş ama kalpleri aydınlatılmamış kimselere öğretmenliğe doyamadan şehit olmuştu. Ahizeyi tekrar zorlukla elime aldım. "Hepimizin başı sağ olsun" diyebildim. Ahize elimden düştü... Abdullah Şahin-İstanbul > Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00