O akşam biz de olabilirdik o meydanda... İlkokula giden küçük kızımı okula o yoldan götürüp getiriyordum... Bilemezdik şehir eşkıyalığının bir gün de gelip bizi vuracağını... Hiç aklımızdan geçmezdi... Rabbim kimselere göstermesin... Rabbim çaresizleri şirret insanların şerrinden korusun... Kazanın kurbanlarından birisinin de o olduğunu öğrenince dizlerimin bağı çözüldü. Bir anda ağzım kurudu, boğulacak hale geldim... İnanamıyordum... Biricik arkadaşım Sevim de mi yaralanmıştı? Allah'ım çoluk çocuğunda bir şey var mıydı? Evine koştum ama yaşlı annesi iki gözü iki çeşme ağlıyor, oturduğu yerden kızı ve torunu için dua ediyordu... -Yavrum ne zahmetlerle bulmuştu onu... Allah'ım sen bize bağışla Rabbim... Kadıncağızın sözleriyle bir kez daha kahroldum... Sevim'in evliliği geldi hatırıma... Zavallı Sevim ne hayallerle evlenmişti on sene önce... Ama bir türlü çocukları olmuyordu... Çocuk sahibi olabilmek için gitmedik doktor bırakmadılar desem yeridir... O kadar isterdi ki bir çocuğunun olmasını... Biz de onun yanında kendi çocuklarımızı sevemezdik... Nispet gibi olmasın diye... Evliliğinin altıncı senesinde hamile olduğunu öğrendi... Nasıl sevindi... Bir oğlu olmuştu... Kader onca yıldan sonra kavuştuğu oğlu ile yollarını bu kadar kısacık bir ömürde, böylesi bir saldırı sonrası mı ayıracaktı? Hastaneye koştuk... Sevim yaralıydı. Ama kendini değil oğlunu soruyordu: -Oğlum nerede? Semih'im nerede?... Ne olur beni onun yanına götürün... Onu doktorlar, hemşireler nasıl sakinleştireceğini bilemiyordu... Sadece onun da yoğun bakımda tedavi gördüğünü söylüyorlardı... Anne yüreği... Gözlerinden yaşlar akarken yalvarıyordu hemşirelere: -O bensiz duramaz... Yanımdaydı... "Anne!" diye çığlık attı oğlum... Sesi hâlâ kulaklarımda... Ne olur ya beni onun yanına götürün... Ya da onu benim yanıma getirin... Ne olur... Ardından hıçkırıyordu Sevim... Ona söyleyemiyorduk, oğlunun akıbetini... Gerçekten Semih yoğun bakımdaydı... Yanına yaklaştım... Arkadaşımın ellerinden tuttum... Olanca metanetimi korumaya çalışarak sabırlar diledim... -Bilmiyorum komşum, diyordu... Bilmiyorum... Ne olduğunu anlamadım... Sonra yaşadıklarını anlatıyordu gözyaşlarıyla... -Çocuğumla birlikte okuldan dönerken birazcık gezinmek istemiştik... Bir ara müthiş bir patlama duyduk. Çok korktuk... Dedik ki, aman durum hiç iyi değil bir an önce evimize gidelim... Oğlumun elinden tuttum... Hızlı adımlarla evimize doğru yürümeye başladım... Nereden bilirdim bir sonra patlatacakları bombaya doğru gittiğimizi... Henüz yolu yarılamadan bir gürültüyle kulaklarımız sağırlaştı... Kıyamet kopmuş gibi oldu... Gözlerim karardı.. Olduğum yere yığılıp kaldım... Kendime geldiğimde üstüm başım kan revan içindeydi... Ama kalkamıyordum... O an yanı başımda yatan oğluma sarılmak istedim... O da yanımdaydı... Seslendim "Oğlum" diye... Ağzından bir kez "anne" çıktı... Sonra yavrum kendini kaybetti... Bir biz değilmişiz... Ortalık savaş alanına dönmüş... Bizi ambulansla hastaneye kaldırdılar... Şimdi oğlum ne halde bilemiyorum... Bunları söyledikten sonra, ellerime yapıştı: -Oğlum ölmedi değil mi? Ne olur söyleyin o yaşıyor değil mi? Ben onsuz ne yaparım? Bunca yıldan sonra buldum... Onu kaybedersem yaşayamam... Ona oğlunun ölüm haberini kim verecekti? "Yıllar sonra bulduğun yavrunu elinden terör aldı" diye kim diyecekti? Ama alın yazısıydı... Değişmiyordu... Sevim yıllar sonra bulduğu çocuğunu, doyamadan kara toprağa vermişti... Rumuz: "Ayrılık"-İstanbul > Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00