Bir daha ihtilaller yaşanmasın

A -
A +

12 Eylül 1980 ihtilali yeni olmuş. Her yön asker kaynıyor. İhtilalin tazeliği olanca hoyratlığıyla üzerimizde... Yer Konya Ereğli Devlet Hastanesi... Vakit gece... Ben nöbetçi hekimim... O akşam bir yüzbaşı geldi: -Doktor, dedi. Kapıda tutuklu, hasta bir genç var. Savcılık tarafından rapor isteniyor. Biliyorsun işte... Ne gerekiyorsa yap! Bu söz psikolojik bir baskı mıydı yoksa? Dedim ki yüzbaşıya: -Merak etmeyin yüzbaşım ne gerekiyorsa onu rapor ederim. İlçede olduğumuz için tanıyordum. O yıllarda kategorize edilmiş haliyle solcuydu. Oysa mert, dürüst yağız bir Anadolu delikanlısıydı. Babası da yaşıyorsa Allah uzun ömürler versin odunculuk yapan muhterem biriydi. Bilmiyorum, ben milliyetçi duyguları olan bir hekim bilindiğim için mi bu genç özellikle benim nöbetime denk getirilmişti? Acaba "Genç nasıl olsa solcu. Hekim de sağcı. Rapor vermez" gibi bir kanaat mi vardı? Bunlar benim meçhulüm... Ama bildiğim bir şey var ki, çok şükür hiçbir zaman hiçbir şey "önce insan" düsturumun önüne geçemedi. Genci muayene ettim. Darp edilmişti. Dolayısıyla o yıllardaki mevzuata göre on günün üzerinde iş göremez raporu verdim. Bu rapor bütün beklentileri bir anda allak bullak etmişti. Ama hiçbir şeyden çekinmedim. Ben hekimdim ve bu hasta darp edilmişti. Bunun aksini rapor etmem kendime ve mesleğime saygısızlık olurdu. Meğer o delikanlı gündüz de hastaneye getirilmiş, başhekimlik tarafından rapor verilememiş. Akşama yeniden rahatsızlandığında savcılığın isteği üzerine tekrar hastaneye sevk edilmiş. İşkence raporuyla birlikte delikanlının verdiği bütün ifadelerin geçersizliğine, baskı altında ifadesi alınıp zorla imza attırılmış olduğuna hükmedilmiş. Delikanlının serbest kalmasına karar verilmiş. Meğer delikanlının işlemediği kim bilir hangi suçlar üzerine kalacakmış. Tabii o suçların gerçek zanlıları ne olacak? Suçlu (!) bulunduğuna göre adaletin pençesinden kurtulmuş olacaklar. Bu olay kısa sürede ilçeye yayılmış: "Duydunuz mu, kimsenin cesaret edemediği bir dönemde hem de milliyetçi olmasına rağmen bir hekim, hem de solcu bir gence sağlık raporu vermiş." Benim ise bu duyumlardan haberim yok. Bunun üzerine 12 Eylül'ün hışmından kurtulmak isteyen bazı tutuklular, benim nöbetime denk gelecek şekilde hastaneye sevk olmanın yollarını arar olmuşlar. Derken yine böyle bir vaka daha geldi. O genci de muayene ettim. Ama sırtında âdeta cetvelle çizilmiş gibi kızarıklık vardı. Darp var gözüküyordu ama böyle bir darp kafamda soru işaretleri oluşturdu. Dolayısıyla bu tereddüdümü verdiğim rapora şerh düştüm. Bunun üzerine o kimseyi detaylı bir muayeneye tabi tutunca işin iç yüzü ortaya çıkıyor. Meğer işkence gördü raporu alabilmek için sırtlarına selofan bant yapıştırıp sonra bandı hızla çekince böyle uzun süre kalan kızarıklıklar oluşuyormuş. Bu kızarıklıklar o çeşit kızarıklıkmış. Bu şekilde de o yüzbaşı ve nezaretteki diğer görevliler de töhmetten kurtulmuştu... Birkaç sene sonraydı. Bir gün yolda bir genç önümü kesti. Hürmetle elime eğildi. -Hocam beni tanıdınız mı, dedi. "Ben o gece rapor vererek hayatını kurtardığın gencim. Size bir ömür minnettarım." Çok duygulandım. Dedim ki: -Hayır bu benim hekimlik vazifemdi. Bugün olsa yine aynını verirdim... Sarılıp kucaklaştık. Otuz yıl aradan sonra 12 Eylül 1980'in gündeme getirildiği şu günlerde bu anekdot vesilesiyle diyeceğim o ki: "Ne olursa olsun ülkede bir daha ihtilaller yaşanmasın." Dr. İsmail Maraş-İstanbul >> Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.