Türkiye'ye taşındığımız 80'li yıllarda küçük kardeşimle ticarete atıldım. Bir kış günü, uzun boylu, esmer, gençten bir müşteri geldi. Çok miktarda mal alacağını söyledi. -Nerelisin, dedim. Serik'ten geldiğini, isminin Ali olduğunu söyledi. Bu arada ekledi: -Malın dörtte birini peşin ödeyeceğim. Kendisini iyi tanıyabilmek için Serik ilçesindeki müşterilerimden birkaç tanesini sordum. Hepsini de tanıdığını, yani yalan söylemediğini gördüm. Dürüst bir insan olabileceğini düşündüm. Kabul ettim. Kamyonetinde arıza olduğunu, onu yaptırıp geleceğini söyleyerek ayrıldı. O gün hava çok yağmurluydu. Akşam, büroyu kapatacağım sırada geldi. Tamiratın uzun ve pahalı olduğunu, bize vermeyi düşündüğü parayı tamirat işine ödemek zorunda kaldığını söyledi. Biraz canım sıkıldı. Şüphelendim. O da kaygımı anladı: -Benimle Serik ilçesine gelirseniz paranızı orada da öderim, dedi. Güvence verdi. Biz de, malı yüklettik. Fakat gece olmuştu, yağmur şiddetlenmişti. Dedik ki: -Sen parayı banka havalesiyle gönder. Şu senetleri de her ihtimali karşı imzala. Öyle yaptık. Bir gün sonra malın daha Serik'e götürülmeden Antalya'da satıldığını öğrendik. Belli ki, dolandırılmıştık. Birkaç gün sonra konuşmak üzere bulunduğu ilçeye gittim. Bir kahvede kumar oynarken buldum. Oyunu bırakıp yanıma geldi. Özür diledi. Biraz ümitlenmiştim. -Borcunu ne zaman ödeyeceksin, dedim. Pişkin bir ifadeyle ne dese beğenirsiniz: -Ben dolandırıcılık yapan onurlu bir meslek sahibiyim. Borcumu ödeyerek mesleğime leke süremem. Şaşıp kalmıştım. -Yine de alacağını istiyor musun, dedi. -Elbette. -Öyleyse gel sen bana 30 bin liralık bir çek ver. Sana Adana'dan on tane sığır getireyim. Veya 3 milyon liralık bir çek ver. İzmir'den sana bir un fabrikası alıp getiririm. Bu kadar pişkinliğe ve arsızlığa pes doğrusu! Masadan kalkmaktan başka çarem yoktu. Fakat o arada bana nice dolandırıcılık örnekleri verdi. Bir tanesini ülkede hukuku ve yargıyı kimler nasıl etkiliyor anlaşılması için sizlerle paylaşıyorum. Bizim dolandırıcı bir gün Gebiz'in bir köyüne gider. Bir köylüden pazarlık yaparak, üç inek satın alır. Günlerden pazar olduğu için yanına para almadığını söyleyerek, köylüye o zamanın parasıyla 75 bin liralık senet verir: -Pazartesi günü beni Ziraat Bankası'nın önünde bekle. Paran bankada hazır. İnekleri alır gider. Köylü onun bir dolandırıcı olduğunu söyler. Lakin inek sahibi elindeki tapu gibi pullu ve imzalı senede güvenir. Ayrıca parayı alamadığı takdirde neler yapabileceğini plânlamıştır. Pazartesi günü köylü ilçede Bankasının önündedir. Lakin dolandırıcı gelmez. O da, savcılığa dilekçe verir: -İneklerim çalındı. Ali isimli dolandırıcıdan şüpheleniyorum. Evinde araştırma yapılmasını istiyorum. Savcılık evde araştırma yapar. Polis köylünün ineklerini ahırda bulur. Ali'yi hırsızlıktan tutuklar. Köylü de hem intikamını hem ineklerini almıştır. Mutludur. Öte tarafta hapisteki Ali, başından geçenleri eski mahkûmlara anlatır. Biri akıl verir: "Savcılığa dilekçe ver. İnekleri çalmayıp satın aldığını, inek sahibinin evi veya üstü araştırılırsa, imzaladığı senetlerin onda bulunabileceğini iddia et." Aynen öyle yapar. Polis yine araştırır. Ali'nin imzaladığı senetleri, köylünün cebinde bulur. Ali serbest kalır. İnekler tekrar kendisine teslim edilir. Köylü de, Ali'ye iftira atmaktan dolayı, tutuklanır. Nasıl hukuk ama... Dolandırıcı son olarak bana demişti ki: "Sevdim seni. Korkma bir daha seni dolandırmam! Asst. Prof. Dr. Osman Nuri Yıldırım-Antalya > Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00