Yıllar önce yaşanmış ibretlik bir hatıra... Ben diyeyim kırk yıl siz deyin elli yıl öncesi... Bu olayın yaşandığı yıllarda ben henüz mini minnacık bir bebekmişim. Şu an beş torun sahibiyim. Ama inanın ben de geçen gün ablamdan öğrendim. Hani bayram geldiğinde dolaplar etlerle dolup taşar ya. Ablam bunları görünce iç çekerek anlattı... Ben de bu yaşanmış acı ve çile dolu günleri Hayatım Roman'a anlatmaya karar verdim. Bizler tütünle uğraşan çiftçilerdik. Yorucu ama çok keyifli zevkli bir iştir. Bütün ailenin uğraşısı budur. Tütün ekimi olsun, tütün dizmesi olsun bütün aile fertleri bilir. Ayrıca aileden adam yetmeyince işçi de çalıştırılır. İşte o yıl da yine böyle bir tütün ekim işinin sonuna gelinmiştir. Ama isterseniz olaydan önce olayın geçtiği evin durumunu birkaç cümlede anlatayım. Evde üç aile birlikte kalmaktadır. Üstelik evin iki oğlu birbiriyle bacanak durumundadır. Yani ikin gelin birbirinin kardeşidir. Benim de halam olurlar. Tütün ekimi sırasında iki kardeş tarlaya gidemez. Bunlardan birincisi büyük gelin. Gitmemesinin sebebi hamile oluşu. Diğeri de büyük gelinin kayın biraderi. Yani tarlada tütün ekimine giden gelinin kocası. Onun gitmemesinin sebebi de şeker hastası olması. Gelelim yaşanan olaya... Tütün ekiminin son günüdür. Kayınpeder çarşıdan aldığı birkaç kilo eti eve getirerek geline der ki: -Kızım bugün nasipse işin sonuna geldik. Çalışanlara şöyle güzel bir ziyafet verelim. Sen yemek vaktine kadar bu etleri pişiriver. Gelini durumundaki halam da kayınpederinin elinden aldığı etleri mutfağa bırakır. Hele küçük çocuğun karnını doyursun, bezini değiştirsin de ardından yemek yapmaya başlasın. Böyle düşünmektedir. Tabii kayınpeder eti eve bırakıp tarlaya gider. Az sonra yaşanacak olanlar kimin aklına gelir? Kim tahmin edebilir? Çocuğun temizliğini yapıp kundağa saran, karnını doyuran gelin mutfağa geçer ve etleri ufak ufak doğramaya başlar. Kendine göre kim bilir nasıl bir yemek yapacaktır? Belki tas kebabı türü, belki haşlama türü bilinmez... Bu esnada şeker hastası olduğu için tarlaya gitmeyen ama köy kahvesinde oyalanan kayınbirader Halil acıkmış olarak eve gelir. Nasıl olsa aynı evde kaldıkları için sorun olmaz. Mutfakta et yemeği yapmakta olan gelini görünce sorar: - Ooo o etler de neyin nesi? -Kayınbabam getirdi. Tütün ekiminin sonuna gelinmiş. İşçilere ziyafet verecekmiş de... Şeker hastası olan kayınbirader, aynı zamanda eniştesi olan Halil, ocağa konulmuş ve pişmekte olan etin nefis kokusuna dayanamaz. Zaten şeker hastası olduğu için açlık zirveye çıkmış sinirleri gerilmiştir. Der ki baldızına: -Öyle acıktım ki dayanamıyorum. O pişen etten şöyle bir tabak doldur da karnımı doyurayım. Halam, hem eniştesinin zararına olacağı için hem de işçilerin etinin yenilmesi halinde kayınpederinden azar işiteceği için der ki: -Enişte! Babam tembih etti. "Kesinlikle kimseye verme! İşçilere yetmezse mahcup oluruz" dedi. O bakımdan veremem. Hem sana zararlı bu. Ben sana iki dakika başka bir şey hazırlayayım. Halam böyle söylemesine söyler ama karşısında yemeğe çok düşkün, aynı zamanda açlıktan gözü dönmüş, sinir sistemi allak bullak olmuş eniştesi vardır. Üstelik etin kokusu da mis gibi odaya yayılmış, durur mu hiç? Israr etmiş halama: -Seni ilgilendirmez bana dokunup dokunmayacağı. Sen bana bir tabak vereceksin. İşte o ka... Halam kayınpederinden işiteceği azarı iyi bildiğinden, ne olursa olsun bu etten ona vermemeliyim diye düşünmektedir. Ama eniştesi ve aynı zamanda kayınbiraderi de ısrarını sürdürür. Mutfakta enişte baldız bir tabak et için ağız dalaşına başlarlar. Nihayet iş inada biner. İşte o zaman açlıktan gözü dönmüş kayınbirader Halil öfkeyle haykırır: -Ben de o eti almazsam bana da Halil demesinler. Görürsün sen az sonra! (Devamı yarın) Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00