Çalıştığım ajanstaki genel müdürümün tanıştırmasıyla, TRT İstanbul Radyosu'ndan A. Ç. ile bundan sonra ajansım adına ben muhatap olacaktım. Görev gereği, artık A. Ç. Bey çalışmalar hakkında beni bilgilendiriyordu. Bu arada hemen belirteyim ki ben de bütün gelişmeleri müdürüme bildiriyordum. Çünkü o öyle istiyordu. Anlayacağınız, müdürüm bana bir "yetki rolü" vermiş ve oynamamı istemişti. Ne var ki bu rolden ne benim ne o beyin haberi vardı. Bir gün stüdyoda, oyunda rol alan sanatçılarla tanıştırmış. "Bundan sonra patronunuz" demişti. Bu söz ile bizi ne kadar önemsediği belli oluyordu. İlk çalışmamızda çok şükür aksaklığa meydan vermeden çekimi tamamladık. Sanatçılara ödeme yapılacaktı. Tabii ben de söz konusu ödemeyi muhasebeden alacaktım. Ne zaman ödeme yapılacağını da önceden bildirmiştim. O gün geldiğinde muhasebede ödeme olmadığını öğrenince şaşırdım. -Bu insanlara ne cevap veririm, dedim. Paramız olmadığından değildi. Meğer müdürüm "ödeme bu hafta yapılmayacak" diye talimat vermiş, bunu bana bildirmeye tenezzül bile etmemişti. Yanına vardım. Durumu anlatmaya çalıştığımda kıvrak bir zekâ ile beni ideal müdürlük (!) konusunda bilgilendirdi: "-Müdür dediğin öyle, he dedim mi 'evet' der mi? 'Hayır!' demeyi bileceksin!.." Bir insan ve bir mümin olarak, verilen sözün hiç ehemmiyeti yok muydu? Benim nasıl zor duruma düşeceğimi düşünmüyor muydu? Emir gereği, o hafta benden ödeme bekleyen A. Ç. Beye para ödeyememiş ve çok mahcup olmuştum. Daha göreve yeni başladığım için kusura bakmamasını rica etmiştim. O da, "Ben önemli değil, ama çalışanlara karşı çok ayıp oldu" demişti. Ertesi hafta cuma günü gelmişti. Artık ödemenin yapılması gerekiyordu. Muhasebe yine ödeme çıkartmadı iyi mi?.. Tabii yine müdürümün emri dâhilindeydi. Bu kez odasına gittiğimde üzgündüm. Bana dedi ki: "-Cuma günleri ödeme yapıldığını bilmiyordum falan de. Bakalım bu hafta da ödeme yapmadan onları atlatabiliyor musun? O zaman senin bu konuda bu işi başaracağına inanacağım." Karşımdaki sefil mantığa kahroldum. Ama amirimdi. Ne diyebilirdim ki? O ise benim makama sadakatimi saflığıma veriyor olmalıydı. Biz değil miydik çalışanın hakkını alnının teri kurumadan vermenin faziletinden bahseden. Biz değil miydik kul hakkından bahseden. Biz insanlara dürüstlüğü anlatmak için yola çıkmamış mıydık? Yoksa o öğütlere ihtiyacımız yok muydu? Onlar başkaları için miydi? Haysiyetim yerle bir olmuştu. Ama beni asıl üzen adama yalan söylemek zorunda bırakılmamdı. Üçüncü hafta geldiğinde yine ödeme çıkmadı. Tabii adam bu kez beni sıfırlayan bir üslup ve öfkeyle "Beni müdürüne aktar" dedi. Müdüre durumu ilettiğimde "aktar!" dedi. Telefonu aktardım. Ardından ben de müdürümün odasına gittim. Karşı tarafın dert yanarak beni şikâyet ettiği belliydi. Müdürüm ise yeni haberdar oluyormuş gibi davranıyordu. Telefonda "cık cık" çekiyor ve "Hiç olur mu öyle şey!" gibi beceriksizliğimi (!) onaylar tarzda karşı tarafı sakinleştiriyordu. "Tamam, onu görevden aldım. Haftaya ödeminizi bizzat çıkarttıracağım" diyerek telefonu kapattı. Gülerek: "Gördün mü bak!" dedi. "Bir taktik ile adamı dört hafta salladık. Müessesenin parası dört hafta kasada kaldı." Benim sıfırlanışımı, verilen sözün hatırını, bir elemanın piyasadaki itibarının bitirilişini hesaba katmıyordu. Makamına olan bağlılığımı bu derece basit ve süfli bir taktik için istismar edişine çok kırıldım. Çok geçmedi, ayrıldım oradan... Aradan yıllar geçti. Öğrendim ki ne müessesesiyle ne müdürlükle alakası kalmış. Kendisine, kıvrak zekâsı (!) ve kurnazlığı yetmemiş. Çünkü üzerinde ah vardı. Kalp kırmıştı. Bir kere daha şahit olmuştum ki, riyakârlıkla samimiyet arasında ince bir çizgi vardı. Emin Ceylan-İstanbul >> Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00