Bizi bize düşürenler utansın!..
12 Kasım 2009 01:00
"Dedem o gençliğin verdiği cahillik duygusuyla bu kazanı almak için girişimde bulunduğunda kazana bir el yapışıyor... Bir kadın eli... Belli ki kazanın sahibi kadın..."
"O kadınının bakışları gözümün önünden hiç gitmiyor."
Bu sözü söyleyen, dedemin babası imiş... Bir pişmanlık duygusu olarak ölene kadar sayıklamış. Bir de o utanılası olaylardan geriye kalan kulplu bir kazan... O kazan evimizin kilerinde acı bir yadigâr olarak yıllar boyu asılı durmuş... Ne o kazanı kullanmış ne de bir kere olsun kullanılmasına izin vermiş...
Peki ne mi olmuş?
Neler olmamış ki... 1915'li yıllardan bahsediyoruz... Tehcir hareketinden... Günümüzde birçok hainin ya da gafilin bir türlü orta yolu bulup da tarihin sayfalarına emanet edemedikleri o mecburi göçten...
Oysa bu iki milletin, Anadolu'ya ayak bastığı 1071 yılından 1871 yılına kadar 800 yıl boyunca tek kavgası olmamış. Her iki millet de birbirine o kadar saygılı davranmıştı ki, "kavm-i sadıka" yani en dost kavim denilmiş.
Ne var ki bu iki milletin arasına fitne sokulmuş iki asır öncesinden... Osmanlı coğrafyasındaki madenlere ve petrole sahip olmak için kurdurdukları İttihat-Terakki ve onun önde gelen üyeleri Enver, Cemal ve Talat Paşayla bu yüce devleti bir anda kaynayan kazana çevirmişler. Bu fitnelerden biri de 1915'te Suriye'ye mecburi göç ettirilmeyle sonuçlanan tehcir herakâtı işte...
Neticede zararı gören her iki farklı kavim olmasına rağmen Osmanlı milleti... Önce isyanlar çıkarttırılıyor. Sonra da isyancıları güya bölgeden uzaklaştırma diyerek bir millet göçe zorlanıyor. Bu hengamede her iki tarafa birbirini kırdırırken sanat ve ticareti kimler eline geçiriyor geçiyor ah bilseniz...
İşte dedemin babası da, bu göç esnasında ortaya çıkan bir lokal kavganın içinde bulmuş kendini... Galeyana getirilen halkın elbette ki olaylara stratejik bakabilmesi beklenemez. Halk çok kolay provake olur... Halen de öyle değil midir?
Çıkartılan bir kavgada, sanki herkes, birileri kendisine saldırıyormuş gibi karşı tarafa saldırıyor... Ne için? Amaç ne? Kimin uğruna?... Belli değil...
Kolluk güçlerinin kontrolünden çıkmış bir çatışmada, insanların birbirine saldırısı bazen çok vahşileşebiliyor... İşte böyle bir kavgada herkes canının telaşına düştüğü bir sırada dedemin gözüne bir aileden kenarda kalan bir kazan ilişiyor.
Kazan deyip geçmeyin... İyi bir malzeme... O devirde kimin evinde ne eşya var ki? Elektronik eşya hayal bile değil... O bakımdan kazan iyi bir hacet... Kazan güzel mi güzel... Kullanışlı mı kullanışlı... Dedem o gençliğin verdiği cahillik duygusuyla kazanı kapıyor ama o anda kazana bir el yapışıyor...
Bir kadın eli... Belli ki kazanın sahibi... Göz göze geliyorlar... Ne var ki dedem ahdetmiş... Durum gücü gücü yetene... O anlık ihtirasla çektiği gibi alıyor kazanı...
Çaresiz kadın, kazanını kapıp giden bu adama yerden kaptığı bir taşı fırlatıyor. Taş dedemin babasının kafasına tam isabet... Birkaç adım gitmişken geri dönüyor elinde kazan. Kadınla yine göz göze geliyorlar... Kadın öyle bir bakıyor ki anlatılamaz... Nefret öfke ve tiksinme...
Özür dileyip kazanı geri vermeyi gururuna yediremiyor. Geliyor eve ama o bakış gözlerinin önünde... Yaptığı hareket yavaş yavaş beyninde şekilleniyor... Bu bir kul hakkı... "Nasıl yaptım ben bunu?", "Allah'ım ben nasıl böyle bir çiğ harekette bulundum?"
Bu pişmanlık her geçen gün dedemin içinde vicdan azabına dönüşüyor... Ama olanla ölene çare var mı? Nitekim ölene dek ne o kazana el sürüyor, ne de el sürdürüyor... Ta ki o öldükten sonra gelinleri "artık olan oldu ölen öldü" diyerek o kazanı kullanmaya başlıyorlar. Çünkü bu insanlar birbirine düşmemiş, düşürülmüşler... Utanması gerekenler bu fitneyi millete salanlar...
> Rumuz: "İ.Y."-İstanbul
Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00