Kebapçı Mustafa Abi ile şaşkınca göz göze gelmiştik: -Aldın mı cevabını? Hadi şimdi git sen kitaplarını sat! İçimde bir utanma duygusu... Terk edilmişlik... Allah korkusu... Kasılmış halde yürüdüm Arnavut kaldırımındaki taşlara bakarak... Öyle utanıyorum ki... Bir anlamda kaldırım değil zindanımın duvar taşlarını sayıyor gibiyim. Kitaplar elimde yürüyorum. O meczubun sözleri beynimde zonkluyor. "Bu el şimdilik tutulmayacak!.." Peki, ne zaman? Hem de bir meczup tarafından havada bırakılan el. Öyle ki her şeyi bastırıyor bu söz... Hatta işten atılmama sebep olan iftirayı bile... Bir aksakal söylemişti: "İftira öyle bir şey ki eşek arısına benzer. Bir vuruşta ölmedi mi? Serbest bırak, gitsin. Yoksa her yanını sokar." Gidiyorum istikametsiz... Çiseleyen yağmurla birlikte süzülüyor gözyaşlarım kaldırım taşlarına... Ve kitap satışları... Her gün ayrı bir macera... Kitap satışlarında kimlerle karşılaşmadım ki... Kimi acıdı kimi alay etti... Kimi dua etti... Kimi hakaret... Her kaptan içindeki sızdı... Artık meskenim Basmane sokaklarıydı... Hani o meczubun mesken edinmiş olduğu sokaklar... Acaba ne vakit karşılaşacağız da uzattığım eli tutacak? Acaba tutacak mı? Taktım galiba bu meczuba? Geçmişten zamana uzanan büyük küçük camilerini... Bitpazarını... Esnafını... Geceleri birden değişime uğrayan semt ışıklarını... Hatta meyhane önlerini... Kitap satıyorum... Ciğercinin ciğer sattığı gibi... Bir gün "alır mısınız?" diye uzattığım kitabı eline alan bir konsomatris demişti ki: -Elimize alıyoruz ama çarpılmayız di mi?.. Yıllar geçti aradan... Bir daha rastlamadım o meczuba. Askerlik dönüşü geçici bir yerde iş bile bulmuştum. Ya kaybettiklerim... Kaybolan aile düzenim... Benim de paltomda bir delik açılmıştı. Tek kalan ayakkabımın arka kısmı yırtılmış, altı delinmişti. O, kitap satarken üniforma gibi giydiğim takım elbisem bir şehirlerarası yolculukta, iyice ernemiş diz kısmından "cart" diye yırtılıvermişti... Bir gün iş çıkışı... Çankaya meydanında yürüyorum. Aniden bir insan karartısı... Metro duvarına yakın yerde... Fark ettim... İşte o bizim meczup. Yıllar bir film şeridi gibi geçti gözlerimden... Acaba beni hatırlar mıydı? Heyecanla yaklaştım. Selam verdim. Karşılığını aldım: -Aç mısın, dedim. -Evet açım. Şuradan bir dürüm yaptırsam sana... Bir tavuk dürüm aldım. Dalgın bir halde dürümünü yerken ona bakıyor, öte yandan "acaba beni hatırlar mı" diye düşünüyorum. Sevimli dostumuz birkaç ısırıştan sonra gülerek ve gözlerimin içine bakarak, ayağa kalktı. (Devamı yarın) > Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00