“Bu defa ihtiyarla, yağmurun altında da olsak oyalanmaya ve hatta beklemeye başladık”
Bu köşenin takipçileri bilir… Önce Bakırköy ardından Tokat Yetiştirme yurdunda yaşadıklarımı arada bir bu köşede siz değerli okuyucularımızla paylaşıyordum.
Bu hatıramda da askerlik çağıma gelene kadar yüzünü görmediğim, nerede olduğunu, yaşıyor mu, sağ mı ölümü bilemediğim annem ile “anne” bile diyemeden yaşadığımız karşılaşmayı anlatıyorum… Bu hatıramı da benim gibi anne yüzü görmeden büyümekte olan çocuklara ithaf ediyorum…
Tokat İstanbul arasındaki o koskoca uzun yol bizi yormamıştı ama kuyrukta beklemek ve minibüse binmek sanki daha bir bezdirmişti.
Yarım saat kadar sonra dik yamacı andıran bir yerde minibüsten indik. Bizi arkada bırakan minibüs yokuşu tırmanırken, biz de karşı caddeye geçtik… O yıllarda Esenler şimdiki gibi gelişmemişti. Gecekonduların öbek öbek oraya buraya saçıldığı dönemlerdi. Şimdi oralar Paris gibi…
O yılların derme çatma köprüsünden karşıya geçtik. Yağmur da hızını arttırdıkça arttırıyordu. Benimle birlikte İstanbul’a gelen amcam mı dedem mi, köyümüzden biri mi hâlâ bilemediğim ama kendime benzettiğim meçhul ihtiyar gitmek istediği yere bir an önce varmak istediği için adımlarını hızlandırmıştı… Derken durakladı ve saati sordu… Ardından mırıldandı:
-Enişte bey ile yıldızımız pek barışmaz. Onun mesaiye gitme saati… Biraz oyalanalım da o işe gidince eve öyle gideriz.
-Nasıl isterseniz, dedim.
Bu defa yağmurun altında da olsak oyalanmaya ve hatta beklemeye başladık… Ben bilmiyorum ama evin yerini o bildiği için olsa gerek enişte bey dediği adamın çıkıp gitmesini takip ediyor olmalıydı… Bir ara kesin ve kararlı konuştu:
-Haydi gidelim…
Tekrar yürüdük… Çamurlardan bata çıka gidiyoruz… Ama benim gözüm hiçbir şeyi görmüyor… Tek isteğim o bana verilen adresi bulmak için gittiğim köydeki evde bu ihtiyar ile karşılaştığımda televizyon üzerinde fotoğrafını gördüğüm ve bana ihtiyarın “ablam” diye söylediği o meçhul kadını görmekti…
İki katlı ve henüz tamamlanmamış bir binanın önünde durduk… Ziya Amca adındaki ihtiyar etrafına bakındı. Korku ve tedirginlik dolu bir bakıştı bu… Aynı mütereddit yani kararsız hâlde kapıyı çaldı. Bir yandan da hâlen sağa sola da bakıyordu…
Duyan olmadı. Bir daha çaldı… Yine duyan yoktu. Bu sefer zili çaldı… Birazdan pencere açıldı. Bir kadın başını uzattı…
O an, o beni ben de onu gördüm… Şimşekler çaktı… Bu gözler işte o gözlerdi… DEVAMI YARIN