Ben 1967-1980 yılları arasında, on iki yıldan fazla İsveç'te kaldım. Bu süre içinde hem çalıştım, hem de lisans eğitimimi, yüksek lisans ve doktoramı tamamladım. İsveç'in anılarımda çok önemli bir yeri vardır. Bir İsveç dönüşüydü. Antalya'da dayımla karşılaşmıştım. Beraberce benim arabayla köye gitmeye karar verdik. Daha o zamanlar Türkiye'de emniyet kemeri nedir bilinmiyordu. Hatta yollarda trafik polisi denetleme amacı ile bizi durdurduğunda, bizi emniyet kemerlerini takmış görünce diyordu ki: -Siz yurt dışında mı yaşıyorsunuz? -Evet -Sizin aracınızda eksik bir şey olamaz. Teşekkür ederek yolumuza devam etmemizi söylüyorlardı. Ben de dayıma, bize olan bu güveni istismar etmeyecek şekilde yasalara uyma alışkanlığıyla demiştim ki: -Dayıcığım sen de benim gibi emniyet kemerini takmalısın. Ama dayım ne demek istediğimi anlamamış mıydı yoksa öyle mi gözüküyordu. Dedim ki: -Kazalardan korunmak için kemeri takmak gerekiyor. Bu bir trafik kuralıdır. -Nasıl takılıyor bu? Kendime taktığım emniyet kemerini göstererek, nasıl takılacağını izah ettim. Aslında kemeri takmak istemediği apaçık ortadaydı. Fakat ben ısrar edince dedi ki: -Ben deli değilim. Ancak deliler kemerle veya zincirle bağlanır. Israrım sonunda kemeri takmayı kabul etti. Köye yaklaştığımızda ise arabayı durdurmamı ve kemeri çözmesine yardımcı olmamı istedi. Belli ki, köylülerin kendisine deli filân diyeceğinden çekinmişti... Bu kuralcılığım yüzünden ülkemde başıma neler geldi neler. Bir keresinde Türkiye'de görev yaptığım üniversitede erken saatlerde dersim vardı. Trafik yoğunluğundan geç kalmıştım. Arabamı park ederken, acele etmem, biraz da yerdeki çakıllardan dolayı, araba kaydı ve orada park etmiş olan bir aracın tamponuna hafifçe vurdu. Etrafa göz gezdirerek arabanın sahibini aradım, ortalıkta kimse görünmüyordu. Herkes derse girmişti. Yapacak bir şey yoktu. İsveç'teki trafik kurallarını hatırladım. Cebimden kartımı çıkartıp çarptığım arabanın sileceğinin altına sıkıştırdım. Çünkü bu olay İsveç'te olsaydı ve ben kimliğimi bırakmadan olay yerini terk etseydim, yakalandığım takdirde iki kez cezalandırılırdım. Böyle bir durumla karşılaşırsam, ne kadar zor durumda kalacağımı ve utanacağımı düşündüm. Dersten çıkınca arabanın sahibini tekrar aramayı ve özür dilemeyi düşündüm. Ama çarptığım araba ortada yoktu. Akşam geç saatlerde bir bayan sinirli bir ses tonuyla, azarlar bir şekilde telefonumu arıyor, arabasına kartımı niçin bıraktığımı soruyordu. Herhâlde bayan öğrenci benim kendisine kur yapmak ve tanışmak için koyduğumu düşünmüş olmalıydı. Ben durumu anlattım. Arabasına hafifçe çarptığımı ve ufak da olsa hasar verdiğimi zannettiğimi, eğer istenirse hasarı ödemeye hazır olduğumu bildirmek için kartımı bıraktığımı söyledim. Meğer bayan öğrenci, arabasına çarpıldığına filân dikkat bile etmemiş. Bunun üzerine bayana, gidip arabasına yeniden bakmasını söyledim. Birkaç dakika sonra hanım beni aradı ve bana önemli bir hasar olmadığını, eğer olsaydı bile, böyle bir incelikten sonra, hasarın ödenmesi için benden bir istekte bulunmayı düşünemeyeceğini söyledi. Nereden nereye... Şimdi 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu ve Karayolları Trafik Yönetmeliği'nde yapılan değişiklikler sonucu 1 Nisan 2008 tarihinden bu yana ülkemizde de artık polis gelmesini beklemeden kazaya sebep olan taraflar kendileri kaza tespit tutanağı tutuyorlar. Asst. Prof. Dr. Osman Nuri Yıldırım-Antalya Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00