Vakit akşamüstü... İftara az bir zaman var... Karnımız zil çalıyor... Soruyorum arkadaşıma: -Biz nereye geldik böyle? -Sabret... Ben de tam bilmiyorum... İstanbul'un Teşvikiye mi, Nişantaşı mı, Şişli mi desem hâlâ bilmediğim bir semtine doğru gidiyorduk. Nereye mi? Kendisi oruçlu olmadığı halde bize iftar veren bir arkadaşın evine... Çalıştığımız beş kişilik iş yerinde bir tek o tutmuyordu. Ama niçin? Demişti ki: -Size bir gün iftar versem evime gelir misiniz? Kendisi o kadar nazik o kadar sevimli, o kadar çıtı pıtı, hanım hanımcık birisiydi... Ardından aynı samimiyetle eklemişti: -Benim verdiğim iftar kabul olur mu? -Nasıl yani? -Hani ben oruç tutmayı bilmiyorum ya? Çok enteresandı... Bu kız orucu, bilmediği için tutmuyordu... Bir menkıbeden söz etmiyorum. Dört beş sene öncesinden söz ediyorum. İstanbul'un göbeğinde otuz yaşlarında modern bir kız, bize diyordu ki: -İlk kez oruç tutan birileriyle karşılaşıyorum. Ne ailemde, ne çevremde oruç tutan vardı... Biz oruç nedir namaz nedir hiç bilmedik? Bakın, oruç tutmak nasıl bir ibadet, gerçekten bilmiyorum. -Peki hiç merak etmediniz mi? -İnsan bilmediği şeyi merak etmez ki. Benim bulunduğum çevrede hiç olmayan bir şeyden söz ediyorum size... Hayretler içinde kalmıştım... Bu kız ne söylüyordu böyle? Nasıl bir hakikati haykırıyordu aslında... Hey koca dünya... Herkes kendi hinterlandında kendi kendisinin propagandasını yapıyordu galiba... Öyle olunca da kimsenin kimseden hableri olmuyordu... İşte bu iş arkadaşımızın gerçeğiyle de tesadüfen aynı iş yerinde çalışmaya başladığımızda haberdar oluyorduk... O orucun nasıl bir şey olduğunu sorarken biz bu devirde bile orucu bilmeyenin varlığına hayret ediyorduk. O haşmetli iftar ve sahur programları, bir anda o kadar anlamzsızlaşmıştı ki gözümde... Dünya tatlısı bu genç kız, bütün samimiyetiyle, güzel dinimiz hakkında hiçbir şey bilmediğini söylüyordu. -Nerede? -İstanbul'da... Bu kız tek başına bir evde yaşıyorsa, annesi babası neredeydi? Hayattalar mıydı? Nasıl bir aile yapısı vardı? Orasını bilmiyorduk... Bizi ilgilendiren... Bu kızın, şimdi bizi hayatında ilk defa ve hatta nasıl olduğunu bilmediği bir iftara davet ediyor oluşuydu... Demişti ki: -Akşam yemeği hazırlamak gibi olacak değil mi? Bunu söylerken de o kadar heyecanlı ve mutluydu ki... Hayatında hiç tatmadığı, hiç bilmediği bir ibadeti, o ibadeti yapanlara iftar vererek görmüş olacaktı... Peki biz ne olacaktık? Ramazanın yaşanmadığı bir evde iftar nasıl olacaktı? Olabilecek miydi? (Devamı yarın) Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00