Aslında hiç tanımıyordum... Sokakta yürürken dikkatimi çekmişti. Benim onunla ilgilendiğimi fark edince o da bana doğru yaklaşıp elindeki resmi uzattı:
-Bunu arıyorum...
Bir kadın fotoğrafıydı... Elbette bir fotoğraftan yola çıkarak bir kimseyi tanımak zor değil imkânsız gibiydi... Ayıp olmasın, ilgilenmedim demesin diyerek bir süre resme baktım ve cevap verdim:
-Hayır tanımıyorum.
-Ah niye kimse tanımıyor? Ah niye? Ben ne zaman kavuşacağım ona Mecnuna dönmeden?
Saç sakal birbirine karışmış zaten Mecnuna dönmüş gibiydi... Ayakta duracak hâli yoktu. Biraz soluklansın, biraz derdini anlatsın düşüncesiyle koluna girerek yanı başımızda duran kafe gibi bir yere götürdüm... Bir şeyler ısmarladım, birlikte hem yer hem dertleniriz diyerek...
Bir süre sonra derdini anlatmaya başladı. Çünkü o da anlatmak itiyordu belliydi...
“Biz ailecek Anadolu’nun küçük bir kasabasında yaşıyorduk. Bu kasabada huzur vardı. Mutluluk sevgi saygı hoş görü vardı. Bunların yanında tabii ki yokluk yoksulluk da vardı. Bu kasabada hemen hemen herkes birbirini tanırdı. 'Yiğit lakabıyla anılır' misali her ailenin sülalenin bir lakabı vardı. Fıstıkçılar, Tiritçiler, Güveçciler, Dervişler, Paşalar, Müdürler gibi...” Adam makinalı tüfek gibiydi. Susmak bilmiyordu. O kadar susamıştı ki anlatmaya ağzımı açmama fırsat vermeden anlatmaya devam ediyordu.
“Bir çift öküzü olanın ağa olduğu yıllardı. Elde yok avuçta yok. Kasabanın en yoksul ailelerinden biriyiz. Tiritçiler, Fıstıkçılar, Güveçciler o zamanın şartlarına göre kasabanın en zenginleri. Herkes onlarla akraba olmaya çalışıyor. Kız vermek kız almak istiyor. Ben daha on yedisinde, evlenmeye hazır olmayan aşkı evliliği sorumluluğu bilmeyen birisiyim. Bir gün annem dedi ki:
“Oğlum sana pamuk içi gibi kızlar buldum. Hepsi güzel üstelik zenginler. Hangisini beğeniyorsan bildir. Üçünün ailesinden de söz aldım. Kızlarını sana verecekler. Fıstıkçının kızı Hatice, Tiritçinin kızı Emine, Güveçcinin kızı Halime...”
Bu sözden sonra üç tane -siyah beyaz resmi- elime tutuşturdu. Dondum kaldım. Ne ettim ne söylediysem annemi kararından vazgeçiremedim. Annem fakirlikten kurtuluş yolu olarak beni gördüğünü açık seçik belli etmişti. “Senin yaşındakilerin çocuğu bile var sen geç kaldın” diyordu. DEVAMI YARIN