Bundan otuz yıl öncesine gittiğimde, yani çocukluğumu ve gençlik dönemlerimi düşündüğümde içim acıyor şimdiki zamana... Yeni yetişen çocuklarımızı kurda kuşa kaptırdığımızı üzüntüyle seyrediyorum... Çocuklarımız adeta robotlaşmış. Sevgiden, merhametten, saygıdan eser yok. Beşkardeştik biz. Amcalarım, teyzelerim ve onların çocukları yani yeğenlerimiz... Saygıdan gelen bir sevgi ve muhabbetle birbirimize bağlıydık. Büyüklerimiz bizi seviyor biz de onları sayıyorduk. Öğretmenlerimize ve aile büyüklerimize karşı istemeden bir yanlış davranış sergilediğimizde günlerce bunun mahcupluğunu yaşıyorduk. Her hafta sonu amcamlarla teyzemlerle mutlaka bir araya gelir, neşeli, mutlu ve sevgi dolu saatler yaşardık. Her şey ne kadar güzeldi. Ne fakirlik ne de hastalık bizi hayattan bezdirmiyordu. Çünkü yalnız değildik. Her konuda birbirimize destektik. Zaman su gibi akıp geçti. Aile büyüklerimiz birer birer ebediyete göç etmeye başladılar. Biz gençler de okuduk, iş sahibi olduk evlendik. Her birimiz bir tarafa savrulduk. Bizim de çocuklarımız oldu. Atalarımızdan gördüklerimizi biz de çocuklarımıza aktarmaya çalıştık. Ne acıdır ki başarılı olamadık. Çocuklarımız teknolojiyle büyüyor. Onların ailesi televizyon ve bilgisayar oldu. İşin en acı yanı ise başıboşluğa saygısızlığa sürükleyen programlara daha çok ilgi gösteriyorlar. Aile büyükleriyle akrabalarla bırakın haftada bir gün görüşmeyi, bir araya gelmeyi, bayramlarda telefonla bile olsun aramıyorlar. Bizim çocuklarımız sokakta görse birbirini tanımıyor. Oysa biz hâlâ, akrabalarımızla ayda bir kere de olsa bir araya geliyoruz. Gün ayarladık bunun için. Çocukluk ve gençliğimizi özlemle yâd ediyoruz. Saygıyla andığımız ölenlerimiz için fatihalar gönderiyoruz. Çocuklarımız da bizim gibi olsun istiyoruz. Ama bizi dinleyen mi var? Onların hiç boş vakti yok. Kışın okul ve internet, yazın tatildeler. Evde bile bir araya gelmek neredeyse imkânsızlaştı. Sofrada bile bir olmuyorlar. Almanya'da onca kişiyi katleden çocuğun ruh haline mantıklı bir açıklama var mı? Kavgalar, dövüşler, huzursuzluklar öyle çoğaldı ki... Çocukları bu buhrandan koruyamıyoruz. Ah çocukluk ve gençlik yıllarım. Öyle özlüyorum ki. Bizim çok şeyimiz yoktu. Ama biz daha şanslıydık. Mutluyduk, insani duygularımız vardı. Bir hafta önce gördüğümüz akrabamızın ertesi hafta yine yolunu gözler, gelmesini iple çekerdik. Babam büyüğü olan amcamı bir baba gibi sayardı. O da babama "Sen öğretmensin, saygıya sen layıksın" diyerek tevazuu gösterirdi. Yemekler çaylar, gece yarılarına kadar aile arasında özel sohbetler olurdu. Babamın saz çalıp söylediği halk türkülerine el ele tutuşup çektiğimiz halaylarla eşlik ederdik. Amcamın her defasında başka türlü cümlelerle ama her defasında değişik bir heyecanla anlattığı masalları gece rüyalarımıza girecek kadar pür neşe içinde dinlerdik. Otuz yıl geçmesine rağmen daha dün gibi hatırlarım. Babam, annem, amcam, yengem şimdi ebedi âlemdeler. O âlemde de beraber midirler diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Rabbim inşallah af ve merhamet buyurmuştur. Hepsini rahmetle anıyor ve okuyucularımızdan ruhlarına fatiha umuyorum. Aslında bizim çocuklarımız da, bu devre göre hakikaten saygılı ve sevecen. Düşünüyorum da bizler bunca ilgi ve sevgiyle ancak bu kadar başarabildik. Ya bizden sonrakiler? Belli olmaz belki de atalarının genlerini alır da onlar da tekrar aralarında sevgi ve kardeşliği yeniden tesis ederler. Gülay Karadağ/ Batıkent-ANKARA >> Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00