"Canını bağışladık daha ne istersin!"

A -
A +

O da fark etmişti, gözlerinden akan damlaları. Tez toparladı kendisini. Sol eliyle gözlerini silip konuşmaya devam etti. Nefesim kesilmişti âdeta onu dinlerken: -Beyefendi, aldılar götürdüler beni Alibeyköy'e doğru... Eyüp taraflarını geçmiştik. Sordum ister istemez: -Ne tarafa gidiyoruz arkadaşlar? -Biz sana söyleriz gelince... Şöyle arada muhabbet olsun da stres dağılsın anlamında sordum: -Nerelisiniz? Çok soru soruyorsun ihtiyar dedi tam arkamda oturan. Hemen yanındaki devam etti: -Fazla merak zararlıdır. Kendi aralarında konuştuklarını ise anlamıyordum. Lafı ağızlarında yuvarlayıveriyorlardı. Anlamıştım, normal bir vatandaş olmadıklarını. İstanbullu da değillerdi. Aile babasına benzer halleri de yoktu. Kendi kendime dedim ki: "Bunlar beni tenhada bir yerde öldürecekler. Bari işkence etmeseler!.." -Oğlunuz pilot muydu sizin? -Siz nereden biliyorsunuz? -Az önce söylemiştiniz... Yanlış duydu isem özür dilerim... Derin bir iç çekti... Vitesi değiştirip trafiği kolladı. Anlatmaya başladı: -Evet pilot babasıyım ben... Oğlum aklıma geldi. Korkmanıza gerek yok baba, diyordu. Çok güçlüyüz biz... Öyle bir donanıma sahibiz ki kimseler bilmez... Bakmayın ötede beride konuşulanlara... Artık eskisi gibi değil. Kızım aklıma geldi... Her sene ülkeye sevdalı çocuklar mezun ettiklerini söylüyordu sevinerek... Sonra onları okutmak için kendi tedavisini bile yaptıramadığı için genç yaştan itibaren beli bükülen, hanım geldi gözlerimin önüne... Şimdi ne idüğü belli olmayan üç yolcunun elinde ölümle kalım arasında gittiğimi bilseler ne hissederlerdi. Onları ne emeklerle okutmuştum. İnanmazsınız daha önce böyle bir işim de yoktu. Asgari ücretle çalışıyordum... Okula şimdi rahmetli olan abisiyle beraber gidemezlerdi. Fakirlik sebebiyle birini sabahçı birini öğlenci yazdırmıştık. -O nasıl? -Okul çantaları, önlük, hatta yerine göre okul ayakkabıları da tekti. Ortak giyiyorlardı. Biri sabahleyin hazırlanır okula gider, öğleyin ders çıkışı herkesten önce koşa koşa eve gelirdi. Onun önlüğü ve çantasını kardeşi giyinir sonra koşa koşa okula derse yetişirdi. Öyle öyle okuttum onları. Çile çektiği her halinden belliydi. Ama ben en çok da hikayenin sonunu merak etmiştim: -Sonra ne oldu? -Artık sığındım Yaratana, sürdüm bilemediğim bir istikamete... Yol nereye giderse, onlar nereye derse... Eyüp'ü geçmiştik... Sol taraf mezarlıklar, sağ taraf Haliç'in uzantısı... Vakit de yatsı suları... Yolun tenha bir yerinde öndeki eliyle işaret etti: "Dur sağda" dediler. Durdum. Ücretlerini söylesem mi söylemesem miydi? Ekmek paramdı o benim. Söylemeliydim. Öndeki bir şey söyleyip söylememek arasında suratıma bakarak inerken "ücretiniz beyefendi" dedim. O anda arkadaki iki kişiden biri omzuma şiddetle vurdu. Kalabalık bir ağızla homurdandı: -Canını bağışladık daha ne istiyorsun be! -Sağ olasınız beyim. Ama ekmek param olduğu için istedim. -Sen bizim kim olduğumuzu anlamadın mı hâlâ?!. Çarptılar kapıyı çekip gittiler. Nereye gittiklerini bile bilmiyorum. O ıssız yol bana bir an dağbaşı gibi geldi. "Allah'ım sen muhafaza buyur" diyerek manevra yapıp döndüm tekrar şehre doğru... O hadiseden sonra üç senedir akşam ezanlarıyla birlikte arabamı evimin önüne çekiyorum. E artık yaşlandık. Dedim ki vicdan azabı çekerek: -Az önce size kaba konuştuğum için özür dilerim. Hani hiçbir taksici bizi almak istemeyince haliyle öfkelenmiştim. -Ben de anlattım size. İnsanların hepsi bir değildir. Semih Ardıçlı-İstanbul > Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.