"Cenaze dolayısıyla kapalıyız!.."

A -
A +

1985 yılının eylül ayındaydık. Afyon'dan Veysel Öz Abi'nin vasıtası ile İstanbul Fatih'te Osman Ağaoğlu Abi'nin yanında vazifeye başlamıştık. Yol bilmiyorum, iz bilmiyorum. İnsanlarla iletişim zayıf. Fatih'te bir zamanlar İhlas Polikliniği olan binanın olduğu yerde göreve başlamıştık. Osman Abi çağırdı bir gün: -Gazete dağıtımı için Ümraniye'ye gideceksin. Ümraniye neresi hiç bilmiyorum. Bir de orada gazete dağıtacağım. Bilenler bilir; eski bir minibüs vardı. Ona binmeden önce, Osman Abi'nin şakacıktan insanın ensesine şaplattığı tokattan bir tokat da biz yedik. Çıktık yola. Gece yarısı Ümraniye'deyiz. Endişe ve heyecan içerisinde sabah büroya vardığımızda Müdürümüz Mustafa Parlak Abi "hoş geldiniz kardeşim" diye gülerek beni kucakladı, sarıldı. Bu öyle içten ve samimi bir karşılayıştı ki o an bütün korkularım, endişelerim gitmişti. Bir gazete dağıtım bölgesini önceki dağıtıcı arkadaşla dolaşarak dağıtıma başlamış oldum... Abonelerden biri de bir kahve... Oraya da gazete bırakıyorum. Oradaki abonenin durumundan olacak galiba, abonelik ücretini de haftalık alıyoruz. Abone olan kahvenin ocakçısı imiş. Her hafta ücret almaya gittiğimde güler yüzle karşılayıp ücretini takdim ediyor. Üç dört hafta olmuştu. Yine uğradığımda baktım ocakçı yoktu. Masada oturmakta olan şöyle pehlivan gibi birisi var. Yanına vardım ve gazete parası için geldiğimi söyledim. Yerinden bir fırladı: -Ne gazete parası?! Dedi ve ardından ağzına geleni saydı: "Bu gazeteyi buraya sen mi bırakıyorsun? Sana kim söyledi gazete bırakmanı!" Ensemden tutup, ardıma bir tekme vurarak beni kahveden dışarı attı... Adamın aniden cellat gibi üzerime yürümesinden öyle korkmuştum ki anlatamam. Zaten hiç tanımadığım bir çevre... Uzunca bir zaman o kahvenin önünden geçemedim... Bir gün yolum, nasılsa kahveye düşmüştü. Baktım bizim ocakçı ile kahvenin sahibi o adam kahvenin önünde oturuyor. Eyvah... Onlar da beni görmüştü. Yanlarına çağırdılar. El mahkum korkarak da olsa gittim. Ama korktuğum gibi olmadı. Beni güler yüzle oturtup bir de çay ikram ettiler. Tabii ben önceki hadise sebebiyle heyecan ve korkudan bardağı zor tutuyordum. Kahvehane sahibi, adımı memleketimi falan sordu. Belli ki gönül almaya çalışıyordu. Mert adammış. Kalktı o kocaman haliyle benim boynuma sarıldı, özür diledi: -Ya delikanlı, o gün sinirli idim, kusura bakma. Hakkını helal et, dedi. Ocakçı arkadaş da durumu anlatmış. Bunun üzerine tekrar kahveye gazete bırakmaya başladık. Bu arada akupunktur cihazı sattığımız günlerdi. Merak etti. Kendisine dilimiz döndüğünce akupunktur cihazının tedavi ettiği hastalıklar hakkında da bilgi verdik. Bir adet de akupunktur cihazı aldı. Samimiyeti sebebiyle önceki yaptığı kabalığa karşı hakkımı helal ettim. Gerçekten o kaba insanda çok nahif bir yürek vardı. Enteresan... Aradan bir ay mı ne geçmişti... Yine bir sabah kahvenin kapısının altından gazete bırakıyorum... Gözüme bir yazı ilişti: "Cenaze dolayısıyla kapalıyız..." Öğrendim ki kahvenin sahibi o adam vefat etmiş... İnanın bir hoş oldum. Yüreğim cızz etti... Ardından fatihasını okudum... Dahası... Aradan yirmi beş sene geçti... Orada şimdi o kahvehane yok... Ama yolum oradan her geçtiğinde o kahve ve o kahveci hatırıma gelir, hemen bir fatiha gönderirim... Gazetesi okuyucusu ve dağıtıcı ile böyle bir bağlılık içerisinde olan canım gazetemin de 40. yılını kutlar, kıyamete kadar devam etmesini Allahü teâlâdan niyaz ederim... > Ömer Uran-İstanbul Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.