"En büyüğü 12 yaşında en küçüğü 6 aylık olan 8 yetimiyle ve 33 yaşında hayatta tek başına kalıyor annem..."
Geçenlerde tv.ler gazeteler annelerle alakalı, "fedakâr anneler", "günün annesi", "yılın annesi" vs. gibi onların hayatlarını konu alan haberleri yayınladılar. Bu haberler çileli annemin yaşadıklarını aklıma getirdi...
Annem bizim köye 1975 yılında gelin geldiğinde babamlar maddi olarak orta halli bir aile imişler. Evliliklerinden bir iki yıl sonra babamda önceden de var olan nefes darlığı artmaya ve hastalık boyutuna gelmeye başlamış. Artık babamın bir ayağı Erzurum Araştırma Hastanesi, bir ayağı köyümüz olan Pasinler'in Emre Köyü olur hâle gelmiş. Hastalık ve geçim derdi ta o yıllarda annemin boynuna binmeye başlamış.
"Hazıra dağ mı dayanır?" misali, hastane masrafları, çalışamamak yol gidip gelmek derken yıllar içinde babamların elinde avucunda ne varsa bitiriyor...
Yıl 1989. Soğuk bir mart sabahı, hastanede yatan babam daha 42 yaşında iken hayata gözlerini yumuyor... Anneciğim, en büyüğü 12 yaşında, en küçüğü 6 aylık olan sekiz yetimiyle ve 33 yaşında hayatta tek başına kalakalıyor...
Annem çocuklarına artık hem baba hem ana olacaktı. Köylük yerde süt peynir için hayvanın yok... Tarla ekeceksin tarlayı sürecek traktör yok... Tarlaya gidecek vasıtan yok. Bir kadın evde ekmek aş bekleyen onca çocukla birlikte kadın hâliyle nasıl bunların üstesinden gelsin?
Tarlayı sürdürmek için traktör sahibine para veremediğimiz için onun yerine tarlalarını çapalamaya giderdik. Gel gör ki biz küçük olduğumuz için bizim yevmiyelerimizi bir kişi olarak hesaplamazlardı. "İki kişi bir yevmiye" sayılırdı. Ortak ektiğimiz tarla köye üç dört km uzaktaydı. Körpe olan kardeşlerimi, 11 yaşındaki ablamı evde başlarına bırakarak, iş yapabilecek kardeşlerimi yanına alırdı. Tarlada içeceğimiz yiyeceğimiz ekmeğimizi, çapalarımızla birlikte sırtlanır yola düşerdi annem... Yorgun hâlde tarlaya varırdık. Bu hâlde ne kadar çalışabilirsek çalışırdık... Akşam köye dönüşümüz daha da yıldırıcı daha da dayanılmaz olurdu...
Erzurum'un kışı hem soğuk hem uzundur. Annemi kış gelmeden bir de yakacak telaşı sarardı. Kışın oturulan odada ki zaten bir tane odamız vardı, sobalar 24 saat yanmalıydı. Yanmadığı günler odadaki su bile donuyordu. Kömürü kim bulmuş ki biz de bulalım... Hayvanımız olmadığı için de hayvan gübresinden yapılan tezeğimiz de yoktu. (DEVAMI YARIN)