Ortaokul, lise ve üniversite yıllarımda tatlı yemeyi çok istiyordum. Ama tatlı alacak hiç param olmadı. Doya doya tatlı veya şeker yediğimi hiç hatırlamam. Hep günün birinde param olacağını ve bol bol tatlı yiyeceğimi hayal ettim yıllarca. Yurt dışına çıkınca ve daha sonraki yıllarda hep param oldu. Ama o tatlıya karşı ilgi yok oldu. Bir bilinçaltı protesto muydu kim bilir? Köyde olduğum bahar ve yaz aylarında, akşam sofraya işten gelenler için dut koyar, nineme de ikram ederdik. O da duttan birkaç tane alıp: "A... Demek dut çıktı mı? Siftah olsun, Allah'ıma bin şükür!" derdi. Ninemin annesi ve babası kimdir, hiç bilmedim. Herhâlde başka köyden bizim köye gelin geldiği için yakın akrabalarını da görmedim, tanımadım. Hatta duymadım. Kendisi de pek bahsetmezdi. Fakat Ahmet Hamdi Akseki diye bir dayısı vardı. 1950 yıllarında Diyanet İşleri Başkanıydı. 1980 yıllarında Ankara Belediye Başkanı olan Mehmet Altınsoy da onun damadıydı. Yeri gelmişken Ahmet Hamdi Bey hakkında birkaç söz söylemek istiyorum. Uzun yıllar Diyanet İşleri Başkanlığı yapmıştı. Bir Avrupa gezisi dönüşü Güzelsu'da ninem Avrupa'da neler gördüğünü sorunca: "Ne göreyim, bizim inancımız onlarda yok, onların yaşayışı da bizde yok" diye söylemişti. Şimdi burada Ziya Paşa'nın bir dörtlüğünü yazmanın zamanının geldiğini düşünüyorum: "Diyarı garbı gezdim,/ Beldeler, kâşâneler gördüm/ Dolaştım mülk-i İslâmı /Bütün viraneler gördüm." Ahmet Hamdi Akseki bazen yaz aylarında Güzelsu'ya (Sülles'e) gelirdi. Ninem şimdiki adı Pınarbaşı, eski ismi Manavul olan köye gelin giden Hatice isimli kız kardeşiyle, en güzel giysilerini giyerek ve hediyelerini alarak onu ziyarete giderlerdi. Rahmetli de, onlara her gelişinde, onar lira verirdi. Bu paranın, o günün şartlarında çok büyük bir alım gücü vardı. Çünkü bu parayla, yerine göre, öküz bile alınabilirdi. Yani devlet memurlarının aldıkları maaşın değeri, bugünkü alım gücüyle kıyaslandığı zaman, çok yüksekti. Aradan elli yıl geçtikten sonra, şimdi geriye bakıp düşünüyorum da, kaç tane devlet memuru, bırakın bu kadar değerde hediye vermeyi, maaşlarıyla kendilerine ne alabiliyorlar, hatta bir yıl biriktirseler, ne kadar mal mülk satın alabilirler? O yıllarda maaşlar yüksek imkanlar kıt idi. Şimdi ise maaşlar o yıllara göre düşük ama imkanlar kıyaslanmayacak derecede fazla. Ne enteresan değil mi? Asst. Prof. Dr. Osman Nuri Yıldırım-Antalya Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00