"Dostu ve düşmanı bilmek..."

A -
A +

İnsani yardım ekibinin içindeydim. Afrika'ya ilk kez ayak basıyorum. Gittiğimiz yer Tunus. Ama sanki Türkiye'de gibiyiz. Araçtaki bayrağımızı görenler el sallıyor: "Esselamü aleyküm... Şerefnî..." Tercümana soruyoruz: -Ne söylüyorlar? -Sizinle şeref duyduklarını belirtiyorlar. -Niçin? Bizi tanımıyorlar ki? Tercüman bayrağı gösteriyor. -Bunu tanıyorlar. Duygulanmamak elde değil... Onca baskıya rağmen kalplerden Osmanlı ve Türk sevgisini yok edememişler... Bu sevgiyi ertesi gün bizzat yaşıyorum. Fakir bir bölgedeyiz... İnsanlar mağdur. Tevekkül içindeler. Bizi gören hasta ve yakınları biraz tedirgin oluyor. Sorularımıza cevap vermeye çalışırken tutuklar... Yetmiş, seksen yaşlarında olduğunu zannettiğim, meğer sonradan 105 yaşında olduğunu öğrendiğim bir yaşlı hasta var... Ama hasta, beden diliyle bizi reddediyor. Anlamadığımız kelimelerle de yaklaşmamamızı istiyor. Bakışlarında güvensizlik var... Tedavi olmayı kabul etmiyor... Dilini anlamasak bile halinden maksadını anlıyoruz. Etrafındaki Tunuslular bir şeyler söyleyerek onu ikna etmeye çalışıyor. Ama o ısrarla hepsine karşı çıkıyor. Tedavi olmayı asla kabul etmiyor. Tercümana soruyorum: -Ne diyor bu ihtiyar? Biraz mahcup gülüyor. Diyor ki: -Size güvenmiyor. -Ne diyor? -Onlardan iyilik gelmez. O beyaz yakalılar ilaç diye insana zehir bile verir, diyor. Bir tuhaf oluyorum. Aslında kavruk bir Anadolu insanını andıran bu ihtiyar beni kendine ne kadar da çekiyor. Anlıyorum yüreğindeki yangını... Batı'nın ve Batılının ikiyüzlülüğünü, nice acı tecrübelerle tatmış bir eski Osmanlıya benziyor. Beynimde şimşekler çakıyor. Tercümana dönüyorum: -Bizim Türk olduğumuzu söyler misin? Ben de yan dönerek gömleğimin kollarına işlenmiş Türk bayrağını gösteriyorum. Tercüman da bizim hekim olduğumuzu ama Türk hekim olduğumuzu söylüyor... -Bunlar Türk doktor... Türk hemşire... İhtiyarın göz bebekleri büyüdü. Gözleriyle gözlerimizi taradı. Tereddütlü hali meraka dönüştü. Ardından da tarif edemeyeceğim bir sevince... O, buruşmuş kavruk yanaklarından seyrek sakallarına doğru kurumuş göz pınarlarından iki damla süzüldü... Fersiz kollarını bize doğru kaldırdı. Ben de kendimi, bir torunu gibi o cılız kollara emanet ettim. Öptü kokladı... Öptü...Öptü... -Şerefnî... Ya payitaht Şerefnî... O ağlıyor, ben kendimi zor tutuyordum. Bu amca doktora değil Osmanlıya hasretti... Müslüman Türk'e hasret... O, Türk denildiğinde Müslüman, Müslüman denildiğinde Türk anlıyordu. Kendini öz evlatlarına teslim eder gibi bize teslim ettiğinde ürperdim... Çünkü 105 yaşında bir Osmanlıyla beraberdim... Ellerini öpüp duasını aldığım, esas dost kim, esas düşman kim, bilen bu ihtiyardan değil Tunus'ta bu ülkede, bu coğrafyada acaba kaç tane kalmıştı? Fzt. H. Özdemir-İstanbul > Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.