Ya 1960’lı yılların sonu ya 70’lerin başlarında olmalı. Parasız yatılı okulların dışında köy çocuklarının ilkokuldan sonra nadiren ortaokula devam edebildiği yıllardı. Köy çocukları onları yetiştiren idealist bir öğretmene rastlamış veya kendi zekâsı, algılama gücü ile yatılı bir meslek okulunu kazanabilmişse o çocuğun hayatına kurtuldu gözüyle bakılırdı. Bu imkânı elde edebilmiş okutulacak çocuklar için de fakr u zaruret içindeki aileler, ilçe merkezinden derme çatma, adı ev olan ama bir odadan ibaret kulübe kiralar, çocukları bu kulübe gibi yerlerde yarı aç, yarı tok hem hayata tutunmaya çalışır hem eğitim hayatına devam ederlerdi.
Abimle bana da hafta sonu klasik çalı süpürgesi ve soba küreği ile fare avına çıkılan bir odacık kiralanmıştı. 10 metrekare ya var ya yok. Sadece tuvalet dışarıdaydı. Mutfak, banyo hepsi bu odadan ibaretti. Kurnaz ev sahibi, öğrenciye kiralamak için benzer beş altı oda yapmıştı. Her birinde en az iki öğrenci barınıyordu. Ama tuvalet bir tane ve bütün kulübeler ortak kullanıyordu...
Evimizin 30 metre ötesinde de bir fırın var ama fırın ekmeğine sürekli para ödeyebilecek gücümüz yoktu. Köyden kendi ürettiğimiz buğday unundan yapılmış yufka ekmeği getiriyorduk. Yufka çıtır kıvamda, gerektiğinde birkaç tanesini ıslatarak yumuşatıp yiyoruz. Lakin fareler rahat bırakmıyor. Yufkamıza ortak oluyorlar. Hayatımdaki ilk marifetim bu yufkaları farelerden korumanın yolu olmuştu. Alüminyum büyükçe bir sininin -ki bizim oralarda tepsi deriz- üzerine koyduğumuz yufka yığınını iple tavana asmayı bulmuştum yöntem olarak. Övünmekse övünmek, doğrusu bir ortaokul öğrencisi için akıllıca bir işti...
Hafta içi kahvaltı yerine tarhana çorbası içiliyordu. Ancak hafta sonu cumartesi ve pazar sabahlarını kendimize ziyafet günü olarak belirliyorduk. Nedir ziyafet? Fırından çıkan sıcak ekmek alınıp ortadan ikiye yarılıyor, o zamanlar çok meşhur bir margarin yağı ve varsa reçel, ekmeğin içine konulup çay eşliğinde yeniliyordu. Bu bizim için gerçekten çok lüks bir kahvaltı oluyordu...
İşte yine böyle bir cumartesi sabahı ekmek almak için fırına gittim. Ekmek kokusu sokağı sarmış ama ekmek henüz fırından çıkmamıştı. Fırıncı Remzi Ağabey de eli belinde ekmeğin pişmesini bekliyordu. DEVAMI YARIN