İnciriyle ünlenmiş bir beldede Aydın'da geçti çocukluğum. Küçük bir dükkânımız vardı. Okul sonrası babama yardım için giderdim. Daha sokağın başında duyardım çekiç seslerini: -Tak tak... Tak tak... Babam her çekiç vuruşunda sanki bu meslekte ömür boyu kalmaya ahdeder gibiydi. Çekicin örse inişi öyle samimiydi... İşte çekicin örse, babamın mesleğine sevdasıyla büyüdüm... Ben bir ayakkabı tamircisinin çocuğuydum... Babam sürekli çalışırdı. Kavurucu yaz sıcaklarında alnından 'şıp şıp' ter damlardı. Yorulduğunu anladığımı fark edince yüzüme bakıp gülümserdi. Sonra eli havluya uzanır, "haydi evlat!" derdi. -Okul çantanı bırak da sen de davran. Yardımına geldiğime çok sevinirdi babam. Ben de onun sevinmesine sevinirdim. Onun bu hâlinden müthiş bir haz duyardım. Dükkânımıza gelen Türkiye gazetesine aboneydi babam. Dükkâna geldiğimde o gazeteye göz gezdirmek ve tiryakisi olduğum sayfalarını okumak ayrı bir keyif veriyordu... Bir gün dükkânımıza bisikletli bir abi geldi. İsmi Ünal'dı. Meğer bizi gazeteye abone yapan kimseymiş. Arada bir uğradığında ne de güzel şeyler anlatırdı. Sevgili Peygamberimizden, güzel dinimizden, evliya menkıbelerinden söz ederdi, bir çay içimi zamanlarda... Sonra bu gazete sayesinde evimize ne güzel kitaplar geldi... Ansiklopediler geldi... Bir kütüphane oldu hepsi... Ah o çocukluk yıllarım... Bir gün babam, bir hafta sonu, daha güneş doğmadan uyandırdı bizi. Bahçeye gidiyorduk. İncir toplamaya. Annem erzakımızı, yani çıkınlarımızı çoktan hazırlamış bizi bekliyordu kapıdan uğurlamak için. Yaşlı merkebimizi yanımıza alarak baba oğul dualarla uzunca bir dağ yoluna koyulduk. Bahçemiz öyle uzaktaydı ki köyün en son evini geçtikten nice sonra bir dağın zirvesine yakındı. Oradan geri dönüp baktığımızda her yeri kuşbakışı seyredebiliyorduk. Yolu neredeyse yarılamıştık. Aradan ne kadar daha geçti bilmiyorum. Etraf hâlâ ıssız ve hava henüz aydınlanmamış. Havada sis var. Az sonra sislerin ardından bir köy camisinin minaresi görüldü. Adımlarımızı hızlandırdık. Virajları bir bir dönüyor rampa yukarı doğru yola devam ediyorduk. Ne var ki zavallı emektar yaşlı merkebimizde derman kalmamıştı. Bunu fark edince üzerinden indik. Artık biz önden gidiyor onu arkadan çekerek getiriyorduk... Malum güneş doğmadan evvel köye varmalıydık. Elinde bir asa, üzerinde yere kadar uzun beyaz inceden bir hırka... Başında da beyaz bir sarık... Uzaktan bir anda beliren bu insan da kimin nesi böyle? İçim bir tuhaf oldu!.. Devamı yarın > Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00