O zamanlar oraya motorlu araç hiç uğramazmış. Yol durumu müsait değildi. Hatta bir büyük bürokrat oraya bir sefer cip ile geldiğinde çocukların telaşla misafirimizin hayvanı acıkmıştır diyerek cipin önüne ot koydukları anlatılırdı. Ulaşımın bu kadar zor olduğu bir ilçede memur kulübü vardı. Akşamları burada doktor hâkim, savcı gibi bürokratlar çağdaşlığın sembolü olarak içki içer kâğıt oynamakla vakit öldürürdük. İleri bürokratlar cumaya bile gitmezlerdi. Ulaşımın çok zor olduğu o şartlarda kulübümüze içkileri nasıl getirdiklerine hâlâ şaşarım!..
Köylere keşif için giderken yerli lisanı bilen ağayı da yanımıza alırdık... Bir seferinde ona arkadaşlardan biri Baton Çayı'nın güzel görüntüsüne karşı bir kadeh içmesini teklif ettiğinde, "Memleketimde içen hiç kimse yokken ben nasıl içerim?" diyerek reddettiğini anlatmışlardı.
Gece gündüz köylerde hastalara çağırırlardı. Atın dahi gidemediği sarp yamaçlarda köylüye katırlarla giderdik. Yanımızda 1-2 kişi, saygıyla âdeta bizi el üstünde tutarak taşırlar, köye vardığımızda nasıl ikramda bulunacaklarını şaşırırlardı. Bir seferinde atla köye yaklaştığımda köylünün büyük bir heyecanla:
"Doktorumuz geldi" diye koşuşturmalarından atım şaha kalktı. Atın üstünde tutunamadım ve tepetaklak düştüm. Neyse ki beyin sarsıntım 2-3 dakika sürdü ve kendime geldim. Köylünün üzüntü çığlıkları ile uyandım. Onlar bu derece misafirperver çok güzel insanlardı ama ihtisas yapmam gerekiyordu. Bir yıl sonra yine atla yola çıktım. Etrafımda epey yolcu edenim vardı. Giderken atımın aniden Pervari istikametine dönüp koşmasıyla şaşkına döndüm. Neyse ki etrafımdakiler iyi biniciydiler, atın önüne geçtiler. Onların "Doktor Bey atımız bile ayrılmanı istemiyor, üzülüyor" demelerine çok duygulandım. Gerçekten atın çehresinde bile üzüntü vardı.
İhtisas sonrası 1964 yılında yine Doğu'da bir vilayet hastanesine tayin oldum. Bakanlık ileri gelenleri teşrif ettiğinde sağlık müdürümüz bütün doktorları çağırarak onlara en lüks lokantada ziyafet verirdi. İçki ikramı âdet edilmişti. Herkes "şerefe" diyerek kadeh kaldırırdı. Sadece oranın yerlisi bir eczacımız içmiyordu. Bizler ona takılır "Ne o, hasta mısın?" diyerek güya alaya alırdık. Kendi yurduna yabancılık bu olsa gerek... Devamı yarın