Hangi milenyumdan bahsediyordunuz?

A -
A +

Babam askerlik haricinde köyden dışarı çıkmamış bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır. Her türlü teknolojiye, kelimenin tam anlamıyla "Fransız"dır. Bırakın ekonomiden, siyasetten, otomobilden, internetten anlamayı... Babam ne dizi film bilir, ne cep telefonu... Ne jetonu tanır, ne asansöre binebilir. Çünkü babam köyde evden tarlaya, tarladan evine gelmiş bir adam. Paraya bile günlerce ihtiyacı olmayan, gerek duymayan biri... Garibimin okuma yazması da olmayınca çağın belki yüz sene gerisinden geliyor ağır ağır. Hanım rahmetli olduğunda benden çok onlar üzüldü. Çoluk yok çocuk yok. Düşünmüşler ki: "Bir başına bu koca şehirde bu oğlan ne yapar?" Anamla birlikte bir iki aylığına benimle kalmaya niyetlenmişler. Hoş, başımla beraber. Yalnız ben sabah işe gidecek, akşam döneceğim. Bunlar daire denilen dört duvar içinde akşama kadar usanmaz mı? Konu yok komşu yok. Bağ yok bahçe yok... Anam şöyle kalkıp bir hamur karayım da iki bazlama yapayım dese mutfak ona göre değil. Fırından alınan ekmek akşama kaldığında taş gibi oluyor. Akşam yemeğe götüreyim desem, beni ayıplarlar. Yemeğe para mı verilir? Hele babam, İstanbul'a ilk kez geliyor. Hoş, zaten İstanbul da, onun köyden gittiği ilk ve tek şehir. Eve geldikten birkaç gün sonraydı. Köydeki evimiz gelmiş hatırına. Dedi ki: -Oğlum şu evin telefonundan bizim köydeki evin telefonunu bir arayalım mı? -Niye ki baba? -Hani ne de olsa evimiz birkaç gündür sahapsız evdir. Hırhız falan girdi ise belkim habarımız olur. -Nasıl olacak ki baba? Bizim köydeki evin telefonunu çaldırarak eve hırsızın girip girmediğini nasıl anlayacağız? -E hırsız evin telefonunu götürdü ise telefon çalmaz. Eğer çalıyorsa ki telefon yerinde demektir. Babama, "Köydeki evin telefonunu götürseler de buradan o telefonun aranıyor gözükeceğini" anlatamadım. Ama onu üzmemek için arada bir köydeki evin telefonunu çaldırıp sesi ona dinlettim. Rahatladı her defasında. Babamı yanıma aldım. Hiç olmazsa vakit namazlarında camiye gidip gelebilmesi için ev ile cami arasındaki kısa mesafeyi tarif ettim. Bir iki kere evden çıkıp camiye kadar birlikte gidip geldim. Öğrendi. Kapının zilini de gösterdim. Sonra tarif ettim: -Şu kata geldiğinde bu kapının yanındaki şu zile işte böyle basacaksın. -He. -Annem içeriden sesi duyar gelir sana kapıyı açar. -Sağ olasın. Babam evden camiye gidip gelmeye alıştı. İstanbul'a olmasa da bizim eve de alıştı. Hatta siyasetçilerin konuşmalarını anlamasa da, "dün de bu adam konuşmuştu" demeye de başladı. :) Bir hafta sonu tatilimde onları alıp biraz gezdirdim. Eve döndük. Kapıya geldik Ben anahtarla kapıyı açmaya çalışıyorum. Baktım babam, daire ziline basıyor. -Niye basıyorsun baba? -E oğlum buraya basınca açılmıyor mu bu kapı? - Ama o zaman kapıyı annem açıyordu. Annem şimdi yanımızda. Evde kimse yok ki.. -Ha öyle mi, diyor ama aslında "zil" olayını yine anlamıyor. O kadar ki... Kapıyı ona anam açıyor ama zilin sesini duyup geldiği için açtığını bilemiyor. Her defasında kapı açılırken anamın da kendisini karşıladığını düşünüyor. Yani? Bu zile hem hayret ediyor hem de bu zil çalma işini "Açıl susam açıl" gibi sihirli bir eylem sanıyor. Durumu öğrenince epey hayret etti. Şaka veya senaryo değil. Bu benim babam ve bizim köy gibi Anadolu'da halen binlerce köy, on binlerce babam gibi köylümüz var. Siz hangi milenyumdan bahsediyordunuz? İbrahim Tuğrul-Nevşehir Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.