"Hayret! Nasıl da kolay söyledi?"

A -
A +

İkinci ismi "Hoca" idi. Hoş beş esnasında iken kızının cep telefonu çaldı. Kızcağız ne kadar kibar, hanım hanımcık birisi: "Kusura bakmayın" diyerek açtı. Karşı tarafla konuşmaya başladı... Bir acı haberdi galiba. Çünkü: "Yaa! Öyle mi?" demeye başlamıştı. Onun üzüntülü konuşması bize de yansıdı. Yüzlerimiz buruştu. Bakışlarımız merak doldu. Telefonu kapatmasını bekledik. Ama en çok da babası meraklandı: -Hayırdır bir olumsuzluk mu var kızım? -Küçük kardeşimdi arayan baba. Hani falancalar var ya? -Eee? -Yirmi yaşındaki oğulları Bursa yolunda trafik kazası geçirmiş? -Aaaa! Ölmüş mü? -Maalesef... Az önce bizim evi aramışlar da... Kardeşim de bize haber veriyor... Babası, bize aile hakkında bilgi vermek ihtiyacı hissetti: "Köylerinde vazife yapmıştım uzun sene... Çok eskiden tanışıklığımız var..." "Başınız sağ olsun" dedik. Üzüntümüzü bildirdik. Gepegenç bir insan. Hiç beklenmedik bir zamanda... Allah kimsenin başına vermesin, kolay değil... Dedi ki: "Kusura bakmazsanız, cenaze evini bir arayayım da taziyede bulunayım." Bundan daha anlamlı bir istek olur muydu? -Aaa elbette... Tabii, dedik. Açtı telefonu... Kendisini tanıttı... Büyük üzüntülerini, teessürlerini iletti... Ardından sordu: "Cenaze nereden kalkıyor?" İstanbul'dan kaldırılacakmış. Bunun üzerine dedi ki: "Ben de katılmak isterdim ama iki günlüğüne şehir dışındayım... Mekanı Cennet olsun." Aaaa, o zaman ben bir tuhaf oldum... Kendi kendime duyduklarıma inanamadım. Adam bizim evdeydi... Bizim ev de İstanbul'daydı işte... Bu adam belli ki cenazeye katılmak istemiyordu... Ama bunun için yalan söylemeye ne gerek vardı ki? Nasıl bu kadar kolay söyleyivermişti? Su içer gibi... İstanbul'da olduğu halde, olmadığını söylemek... Ne kadar sıradan... Ne kadar kolay... Ne kadar önemsizce... Sonra telefonunu kapattı... Hiçbir şey olmamış gibi bize döndü... Bizim evimizde misafir olarak bulunuyordu. Daha yeni gelmişlerdi. Bir kahve içimi kadar oturacaklardı. -Peki niçin gelmişlerdi? -Bir düğün davetiyesi getirmişlerdi. -Kim evleniyordu? -Kendisi... Önceki hanımı birkaç ay önce vefat etmişti çünkü. Şimdi, bu elli-altmışlık delikanlı ikinci evliliğini yapıyordu. Yanındaki hanım da eşi olacaktı. Bize, düğün davetiyesi vermek için gelmişlerdi. Hatta yanında büyük kızı da vardı... Davetiyeleri bizzat kendileri dağıtıyorlardı... Beyefendinin mutluluğu yüzünden okunuyordu. Bu evlilikle ikinci baharını yaşayacaktı. İyi de beni şaşırtan neydi? Bu beyefendinin su içer gibi yalan söylemesiydi... Hem de çevresinde dini bütün bir insan olarak tanınmasına rağmen... O kadar rahat... O kadar sıradan... O kadar önemsiz...Ağzım açık kalmıştı... Kahveleri yudumlarken davetiyelerini bize uzattı: "-Efendim, biz bundan sonra hayatımızı birlikte yaşamaya karar verdik... Sizleri de bu mutlu günümüzde bizimle birlikte olmak üzere çağırmaya geldik..." Bu adama "Beyefendi, biz şehir dışında değiliz. Ama o gün davetinize gelebilir miyiz bilemiyorum?" diyerek yaptığı yanlışlığı hatırlatmakla susmak arasında ne kadar bocaladım bilemiyorum. Eşim farkında mı değildi? Ya da misafir olduğu için mi şaşkınlığını belli etmiyordu bilemiyorum. Ama ben hayretten şok olmuştum. Böyle aklı başında koca bir adamdan böyle bir yalanı hiç beklemezdim. Daha enteresanı, evleneceği kadın da şahit olduğu halde bu kadar kolay yalan söyleyen adama: "Sen yalan söylüyorsun? Şaşırttın beni" diyemiyordu. Ehli sünnet âlimlerinin ahlâkıyla ahlâklanmayınca kim olursa olsun insan bu kadardı işte... Nurten Gündoğar-İstanbul Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.