Meşhet şehrinde yaşadığım unutulmaz hatırayı anlatmaya devam ediyorum...
Bir müddet sonra uzun boylu, şık giyimli ellili yaşlarda bir beyefendi ile göründüler. “Hangisi onlar?” diye sora sora geliyordu. Önceki görevli gayet saygılı bir şekilde “Şunlar efendim. Şu da tercüman” diye bizi gösterdi.
Şık giyimli beyefendi meğer başkonsolosmuş. Ağlamaklı bir hâlde hepsini kucakladı. Bağrına bastı, başlarından öptü. Ve bana dönerek:
“Dediklerimi aynen tercüme eder misin?” dedi. Hacı amcalara doğru yaklaştı ve gözlerinden yaşlar gelerek “Lütfen affedin bizi. Bilemedik. Dilinizi bilmiyorduk. Sizi yorduk. Bilebilseydik ilk gün size vize verirdik. Ne olur kırılmayın. Size bir haftalık değil bir aylık vize vereceğiz. Rahat rahat gidin. Hatta Pakistan içinde bulunduğunuz süre içerisinde size yardımcı olacak müesseselerin de irtibat numaralarını vereceğiz. Ne olur ettiğimiz bu dikkatsizlikten, verdiğimiz bu sıkıntıdan dolayı bize hakkınızı helal edin. Lütfen bize dua edin. Öğlen saat dört gibi gelin pasaportunuzu alın” diyerek hacı amcalara teker teker sarıldı ve ellerini öptü.
Tabii başkonsolos beyle birlikte orada bulunan hemen hemen herkes hepimiz ağlıyorduk.
Hacı amcaların bir nebze olsun yüzleri gülmüştü. Başkonsolos beye uzun uzun dua ettikten sonra hacı amcalar bana döndü;
“Sen de mi Pakistan’a gideceksin?” diye sordu.
“Evet” dedim. "Artık gidebildiğim yere kadar sizlerin hizmetindeyim. Bana da dua edin.”
Benim işlemlerimi ufak bir pürüz çıksa da çözdükten sonra birlikte hacı amcaların kaldığı otele gittik. Otelin giriş katında, merdiven altı kaldıkları yeri gördüm. İçim acıdı. Yere serili hasır misali bir döşek, iki tane de eski yastık vardı. Otel görevlisi “şükür bunları anlayan biri çıktı. Daha fazlasını yapmak isterdim ama emir kuluyum” dedi.
Ona teşekkür edip, kendi otelime giderek çantamı getirip birlikte bir taksiye atladık ve terminale geldik. Daha önce Pakistan’a gittiğim için süreci biliyordum. Otobüs firmasından dört kişilik bilet aldım. Otobüs hareket ettiğinde daha güneş batmamıştı. Seksenli yıllardan kalma kırk kişilik otobüs çok eskiydi ve koltukları da tahtadandı. Otobüsün ortasındaydık. Baktım yanımda oturan Hacı Raşit ağlıyordu. Öyle bir içten ağlayıştı ki meraklanmamak mümkün değildi. DEVAMI YARIN