“Kusura bakmayın, Kadir'in firarını vermek zorundayız. Biz elimizden geleni yaptık...”
Herkes işinde ve akşama da koğuşlar bölgesinde olmak zorunda. Koğuşlar bölgesi de koğuş binalarının, idari binanın, fırın ve çamaşırhanenin de içinde bulunduğu geniş bir alan. Şu levha, şu yol kavşağı, şu büyük zeytin ağacı gibi işaretlerle alan belirlenmiş. Onun dışına çıkmak yasak amma bir o kadar daha da toleranslı bölge var. Cezaevinin şartları iyi, mahkûmlara az da olsa bir maaş tahakkuk ediyor. Bu maaşlar birikiyor ve tahliye olurken, bayağı birikmiş bir meblağ olarak taliye olan mahkûma veriliyor. İklim ılıman. Kış yok sayılır, rüzgârı hariç sayarsak. Ziyaretçisi gelen, ziyaretçisiyle ilçe merkezine, çarşıya inebiliyor. Hasılı pek firar vakası olmuyor. Tabii cezalar da genellikle azalmış olduğundan, firar cazibesini kaybediyor... Çarşambalı Kadir bunun istisnası tabii...
Sayım bitti. Ben koğuşta oturuyorum. Arkadaşlarla laflıyoruz. Saat 21.30'da gardiyanlar geldiler. Ben hiç aldırmadım, görmezden geliyorum. Yatağım da dip köşede. Uzaktan kulağıma Kadir'le ilgili konuşmaları geliyor, nihayet yanıma geldiler. “Kadir ortalıkta gözükmüyor. Senin yanında olur” diye geldik, dedi, sayımdan sorumlu gardiyan. Ben de "Kadir nerede olacak, ya bir ağacın altında saz çalıyor veya sizin gardiyan odasında konser veriyordur” dedim. "Bizim orada yok” dedi. “Burada da yok, ziyaretçisi filan da gelmedi. Ne yapacağız?” diye bana soruyor. Dedim ki: "Bir daha dolaşalım alan geniş, bir yerde uyuyup, kalmasın veya başına bir şey gelmesin?"
Gardiyanlarla beraber, birkaç arkadaş daha yanımızda, fırına, çamaşırhaneye, çeşitli oturma alanlarına baktık. Tabii bol bol da sohbet edip Kadir'in örnek bir mahkûm olduğundan filan bahsettik. En son saat 23.00'te sorumlu ve yetkili gardiyan, biraz da üzülerek "Kusura bakmayın, Kadir'in firarını vermek zorundayız. Biz elimizden gelen toleransı tanıdık" dedi. Ben de "Sağ olun ama son zamanlarda bizim koğuşa da pek gelmiyordu, biraz içine kapandı; memlekette bir durumlar mı oldu bilmiyorum" dedim. Onlar da pek inanmadılar ama, neticede onlar için de bir problem yoktu. İyi halli sevilen bir mahkûmu, iki saat idare etmiş, tolerans tanımışlardı...
Bunları, sevdiğim bir filmi yeniden seyrediyormuş gibi, hayalimde canlandırarak adeta yeniden yaşadım. Bayağı da bana iyi geldi diyebilirim. Bir arkadaşın geçmiş olsun demesiyle, âdeta rüyadan uyandım. Edirne Cezaevinin çıplak ve soğuk ezici gerçeğine döndüm...
Galip Y.-Volta