"Her gün iki defa yazacaksın!.."

A -
A +

Ortaokula başladığımızda İngilizce dersimize vekâleten bir avukat geliyordu. Avukat hoca iyi biriydi. Ama ders anlatmak ayrı bir şey olsa gerekti... O en çok fıkra anlatıyordu. İyi de ben ne yapacaktım? Tamam, sınıftaki birçok arkadaşın babası annesi, çevresinden birileri biliyordu bu İngilizce denilen zıkkımı. Ama benim ailemden kimse yoktu soracağım... Dedim ki, ben bu İngilizce'yi yapamayacağım... Bir de kendimi böyle şartlandırınca gerçekten İngilizce bana en sevimsiz ders olmuştu... İngilizcem zayıftı... Sınıfta kalacaktım... Üzüntüden kahroldum... Ama yapacak bir şey de yoktu... O yaz dayımın İstanbul'dan gelmesini bekledim... O üniversite öğrencisiydi... Beni çalıştırırdı... Dedi ki dayım: -İngilizce çok kolaydır... Çok da zevklidir. Sonra bana, İngilizce cümle kuruluşlarını birer tane de örnek vererek yazdırdı. "Önce özne, sonra yardımcı fiil, sonra esas fiilin birinci hali, sonra tümleç" falan... İşte şu "past tense"dir. Şu "present tense"dir; geçmiş zaman, geniş zaman, şimdiki zaman, gelecek zaman vb. diyerek... Sonra sıkı sıkı tembih etti: -Şimdi sana yazdırdıklarımı her gün iki defa yazıp getireceksin. Göreceğim. Tamam mı? -Tamam. -Her gün iki defa... -Tamam... Bir defter kâğıdına sekiz on sayfalık bir ödevdi... İçimdeki hırs ve sınıfta kalmanın üzüntüsüyle yazmaya başladım. İlk üç dört gün, baka baka yazdım. Sonra sonra bakmamaya başladım. On gün sonra dayıma dedim ki: -Dayıcığım artık hepsini biliyorum. Hiç kâğıda bakmadan yazıyorum... -Yazmaya devam edeceksin... Aaa, bu sefer de dayımın inadı tutmuştu. On gün oldu, yirmi gün oldu... Sonra oldu bir ay... Ama o her gün ödev istiyor... Yaz yaz, defter yetişmiyor... Kırk gün, elli gün... Artık yazmaktan gına gelmişti. Bir oturuyordum, adımı soyadımı yazar gibi hepsini ezbere yazıyor bitiriyordum. Meğer tatil süresince yazmamı istemiş... Tam iki buçuk ay, tekrar tekrar aynı kalıpları, formülleri ısrarla bana yazdırdı... Dedi ki son gün: -Artık sen sadece kelime öğrenmeye bakacaksın... Bütün soruları çözersin Ertesi yıl İngilizcem süperdi... İkinci, üçüncü sene de... Lisede de hiç zorlanmadım... Sorulan soruda ne söylendiğini anlamasam bile soru cümlesinin kalıbını bildiğim için aynı kalıba göre cümleyi kuruyor ve cevaplandırıyordum. Verdiğim cevap cümle kuruluşu olarak doğru çıkıyordu. Basit değil de bileşik soru çıkarsa, o zaman da öğretmenden yardım istiyordum: "Hocam şu kelimeyi hatırlayamadım" Bir iki kelimeye her öğretmen yardım ediyordu. Çünkü onlar için soruyu anlamaz, cevap veremezsen bir iki kelimeyi bilsen de fark etmezdi... O bakımdan o kelimeleri ben sorunca bütün sınıf duyacak şekilde söylüyorlardı. Basit sorularda cevap daha kolaydı. Diyelim ki "süt içmeyi seviyor musun?" diye sorulsa. Cümle içinde anlamadığım kelime olsa bile verdiğim cevap ya "seviyorum", ya "sevmiyorum" çıkıyordu. Çünkü soruya nasıl cevap verileceğini teknik olarak biliyordum. Üniversitede A-B-C seviye uygulaması vardı. Öğrenciler o seviyeyi geçerse dersten muaf oluyordu. İlk yıl derece sınavı yapıldı. Sınıfta on kişi B seviyesine geçti. Birisi bendim. Ertesi yıl B'den C seviyesine geçen altı kişiden biri oldum. O tatilde dayımın yazarak beynime kazıdığı o teknik kalıplar sayesinde eğitim hayatımın sonuna kadar İngilizce dersinden hem de özel bir gayret göstermeden sınıfları geçtim... Daha enteresan bir şey söyleyeyim mi? Şimdi üniversiteden mezun olalı belki otuz yıl oldu... O cümle kalıpları hâlâ adım soyadım gibi aklımda. Çocuklarımın sorularına bile yardım ediyorum. Zeliha Aydın-İzmir >> Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.