Hocam Nihad Sami Banarlı ve...

A -
A +

Hiçbir güç dayanamaz zamana! Hangi güç yıkılmamış, Yıkılmamış bir güç gösterin bana... H.E. *** Ben eskiden, "tarih" deyince, ortaokul ve liselerde ders olarak okutulan, üzerinde "Tarih" yazan kitaplarda anlatılanları düşünürdüm hep. Ve yüzde yüz doğru olduğuna inanırdım; o kitaplarda yazılanların. Tersine bir şey söyleyenlere de: "Tarih bilmiyor bunlar" diye kızardım. Kafama ilk "şüphe" tohumlarını eken, İstanbul-Çapa Eğitim Enstitüsü'ndeki edebiyat hocam Edebiyat Tarihçisi Nihad Sami Banarlı olmuştur. Derslerde anlattıklarıyla yetinmez, pazar günleri Çemberlitaş'taki Yahya Kemal Enstitüsü'ne gider sohbetinden yararlanmaya çalışırdım. Rahmetli hocam, Yahya Kemal âşığı bir insandı. Uzun yıllar o büyük şairin hem arkadaşı, hem dostu olmuş; ölümünden sonra da O'nun adını verdiği bir enstitü kurmuş; müdürlük görevini üstlenmişti. Ben, öteden beri, karşımdaki kim olursa olsun, her söyleneni hemen kabul ediveren bir insan değildim. Banarlı, eserleri olan ünlü bir edebiyatçı ve benim de hocamdı ama her fikrini kabul etmiyordum. Ve itirazlarımı, karşı fikirlerimi de açıkça söylerdim kendisine. O hiç kızmaz, sakin sakin anlatır dururdu, neden yanlış düşündüğümü. Yakın tarihle ilgili gösterdiğim kaynaklara: "-Üzerinden en az 50 yıl geçmeden yazılan hiçbir kitap tarih değildir" diyerek itibar etmezdi o kitaplara. "-Hatta, 50 yıl bile yeterli değildir çoğu zaman. 100 yıl geçmesi gerekir ki, gerçek tarih olabilsin" derdi de kabul edemezdim hiç. 18 yaşlarında bir genç için 50 yıl, hele hele 100 yıl çok uzun bir zamandı. Yıl 1961 olduğuna göre, 50 yıl gerisi 1910 oluyordu ki, ne yani Balkan Savaşı'nı Birinci Dünya Savaşı'nı, İstiklâl Savaşı'nı, Cumhuriyet döneminin gerçek tarihini öğrenmiyor muyduk biz? Uzun yıllar "evet" demedi kafam bu görüşe. Bugün, çok iyi anlıyorum ki, yüzde yüz haklıymış hocam. İktidarı ele geçirenler, okullarda okutulan tarih kitaplarını, işlerine nasıl geliyorsa öyle yazdırıyorlarmış meğer. Gerçekten de 50 yıl yetmiyormuş, en az 100 yıl geçmesi gerekiyormuş; bir olayın tarihteki gerçek yerine oturabilmesi için. Resmî tarih dışındaki kaynaklara başvurunca anladım ki, yalan dolanla doluymuş meğer bize zorla okutulan kitaplar. Sözgelişi, resmî tarih kitaplarının yazdığı gibi, matbaanın 250 yıl Osmanlı ülkesine girememesinin asıl nedeni, gerçekten din adamları mıydı? Yoksa altında başka sebepler mi vardı? Örneğin Lâtife Hanım, ölümünden 50 yıl sonra açılıp açıklanması şartıyla bir mektup bırakmıştır Türk Tarih Kurumu'na. Birkaç yıl önce, 50 yıl doldu. İlgililer mektubu açıp okudular ama açıklayamadılar kamuoyuna. Niçin? Kimler, niçin engel oldular, bilginiz var mı? Yok... Sadece bize söylenen şu: "Henüz zamanı değilmiş!.. Sakıncalı olurmuş, açıklanırsa..." Sakıncası ne? Sakıncalı olmayacak zaman ne zaman? Sakıncalı olmaması için aradan kaç sene geçmesi lazım? Bu zamanı kim tayin edecek? Bizim adımıza kim karar veriyor bunlara? "Henüz zamanı değil!" diye diye çok partili döneme geçişimizi 1946'ya kadar engelleyen kafalar mı? Halkımızın her tercihini küçümseyip demokrasiyi milletimize lâyık görmeyenler mi? Kim bilir, daha neler neler var açıklanmayan, açıklanamayan... Demek ki, sevgili hocam Nihad Sami Banarlı'nın dediği gibi, bildiğimizi sandığımız şeyler yalnızca bize söylenenler!.. Ya söylenmeyenler?.. Söylenemeyenler... Hüseyin Erkan-İstanbul

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.