-Nerdeyse çıksın dışarı o şoför! Çıksın göstereceğim ona İstanbul kaç bucak!.. Bir anda irkiliyor insan. Nereden geliyor bu ses? Daha neyin ne olduğunu anlamadan birkaç ağzı bozuk insanın Amirlik Binasının önünde toplandığını görünce doğrusu bir tuhaf olduk. Kim oldukları belli olmayan öfkeden kudurmuş bir grup... Yumruklarını sıkmışlar. Kiminin elinde sopa, kiminin elinde levye... Sekiz on kişiler... Ama nasıl bağırıyorlar... Nasıl küfür ediyorlar... Burada yazmaya utanıyorum... Aaa şu işe bakın... Şaka değil ha... İstanbul'un göbeğinde hem de güpegündüz İETT Hareket Amirliğini basmışlardı... Herkesin hastanede yoğun bakımdaki İbrahim Tatlıses'in durumunun iyiye gittiğini ve zanlıların polis tarafından yakalandığını söylediği gün hem de... Biz "Son durak"a gelen şoförlerdik. Otobüslerimizi yaklaştırıp hareket amirliğinden kalkışa geçmek üzere talimat almak için buradaydık. Birkaç dakika sonra tekrar trafiğe çıkacağız... Aman Allah'ım! Gözü dönmüş bunların. İçlerinden birisi arkadaşın birisini gösterdi: -İşte şu... -Vurun... "Heey, bir dakka", "Durun yapmayın", "Yahu ne oluyor?" demeye kalmadan o işaret edilen şoför arkadaşa bam-güm giriştiler... Kimdi bu gösteren? Niçin göstermişti bu arkadaşı? Amaçları neydi? Daha konuşmadan, anlayıp dinlemeden, insafsızca vurmaya başladılar arkadaşa... Ama nasıl? Kafa göz ağız burun dümdüz... Biz de birkaç kişiyiz ama onlar hem apansız gelmişler, hem hazırlıklı... Hem de sayıca hayli fazla... Yahu burası dağ başı mıydı? İstanbul Levent mi? Her şey birkaç dakika içinde kaşla göz arasında olup bitmişti... Bir anlık şaşkınlığımız geçtikten sonra telefonlara sarıldık: -Poliiis!.. Poliiiis!.. Ama arkadaşlar polis çağıradursun, adamlar, şoför arkadaşın ağzını burnunu kırdılar. Çocukcağız olduğu yere yığıldı kaldı... Tek tesellimiz birisi bir bıçak, bir tornavida sallamadı... Allah'tan öldürmediler... Sonra geldikleri gibi çekip gittiler... Neydi peki sıkıntı? Öğrendiğimde bir kere daha yıkıldım. Yarım saat öncesinde yoğun bir trafikte bizim arkadaş ile bir ticari taksi şoförü, yol verme meselesi yüzünden takışmış. Sen haklısın ben haklıyım meselesi yani... Direksiyon başında iken hangimizin başına gelmiyor ki böyle bir durum? Korna çalarsınız. Bazen cam açıp bağırırsınız falan... Öyle oldu diye, taksici sen tut, bunu gurur meselesi yap. Öfkelen. Sonra kafa dengi arkadaşlarını telefonda ara... -Nereye? -Haydi şoför dövmeye! O arkadaşları bunu sakinleştireceğine onlar da gaza geliyor... -Haydi... Gittikleri yer, bir İETT Hareket Amirliği... Dövecekleri kişi bir İETT şoförü... Dövecekleri yer İstanbul'un göbeği... Ne çekinme, ne korku, ne telaş!.. Bir keresinde de ben bir minibüs şoförüyle böylesi bir tartışma yaşamıştım da adam "Buradan sana çıkış yok" diye tehdit edince, son durağa gittiğimde geri dönmeden önce polis çağırmıştım. Tam beş saat polis ekibinin gelmesini beklemiştim. Polis güvenliğinde ama yine de başka bir güzergâhtan ayrılmıştım oradan. Merak ediyorum... Sabah güneş doğmadan direksiyon başına geçiyoruz. Gecenin geç saatlerine kadar direksiyonda İstanbulluyu taşımaya çalışıyoruz. Altımızdaki arabalar tonajlı... Trafiğe çıkan herkes istiyor ki, "İETT şoförü beklesin.", "Bana yol versin." Önümüze önümüze kırıyorlar direksiyonu. Biz korna çalınca da bizi haksız çıkartıyorlar. Bir de ağzımızı açıp "Sen haksızsın" dediğimizde hemen bir araya gelip dayak atmaya karar veriyorlar. Bizler hakikaten bu kadar mı sahipsiziz? Bu kadar mı kimsesiz?.. Rumuz: "Bir şoför"-İstanbul > Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00