O gün geçti... Ertesi gün, daha ertesi gün... O çok şükür hayattaydı. Ama uyutulmaya devam ediyordu. Tam iki hafta boyunca uyutulacaktı... Ama o zaman da önemli bir ihtimal hepimizin beyninde bir kıymık gibi duruyordu: -Uyandırıldığında, konuşabilecek mi? Tanıyabilecek mi? Hatırlayabilecek mi? Beyin fonksiyonları normal şekilde görev yapabilecek mi? Her merak bir sonrakini çağrıştırıyor, sağlık sorunu ehemden mühime beynimizi kemirmeye devam ediyordu... Bir yanda hayat vardı. Bireysel olarak hepimizin hayatı, kurumsal olarak firmamızın hayatı... Bu sürpriz gelişme tüm alacak vereceklilere bildiriliyor, insanlardan anlayış talep ediliyordu. Söz konusu çekin takibini de ben üstlenmiştim. Hem çeki verdiğimiz insan, hem ben şoktaydık. Ne onda para vardı, ne ben tedarik edebilmiştim. Mükremin Bey zaten kriz geçirmişti... İkrazat firmasını arayıp durumu anlatarak iki üç günlük süre istendi. Çeki alan arkadaş bir yandan ben bir yandan eşten dosttan borç aramaya başladık. Ha deyince toparlanabilecek bir miktar da değildi. O gün arabasında olduğum ve birlikte iş yapmak istediğimiz kimseye durumu açmak zorunda kaldım. Adamcağız kendisi de darda olduğu halde iş görülsün diye tuttu kalan miktarı verdi. Götürüp parayı ikrazat firmasına verdik ve çeki aldık. Günler geçmek bilmese de nihayetinde bir aya yakın süren yoğun bir tedavi sonrası çok şükür hastamız kendine gelmişti. Hafızası yerinde miydi? Başka bir özür kalmış mıydı? Çok şükür korkulan olmamış, hafızasını da kaybetmemişti. Ne var ki onun bir aylık yoğun bakım süresi, ardından aylarca sürecek istirahat süresi hem aileyi hem firmayı hayli sarsmıştı. Hele firmanın mesul müdürü durumundaki genç akrabası sıkıntıdan ilaç kullanır hale gelmişti. Hepsi tamamdı da, benim içine düştüğüm sıkıntılar ne olacaktı? Çünkü yıllarımı onun çizdiği hedeflere ulaşma uğruna harcamıştım. Hangi konuda ne dediyse hepsine hiç itirazsız tamam demiştim. Yakın bir gelecekte mesleğiyle ilgili çok büyük hamleler yapacağımızı büyük bir heyecan ve inançla anlatıyordu. Aslında insanlara bir hizmet sunmuş olunacağı için çok da sevindirici bir hedefti... Ailede herkesi bu ideal uğruna etrafına toplamıştı. Aileden olmadığı halde kendisine inanan üç beş insandan biriydim. Hatta kendi tanımlamasına göre tek kişiydim. Aslında o kimseyi dinlemez, herkese rağmen hep kendi istediğini yapardı. Benim diğerlerinden farkım ise ona kayıtsız şartsız inanmış olmamdı. Belki de ona olan bu tam inancım sebebiyle beni herkese rağmen yanında istiyordu. Ben de onunla çalışmak istiyordum. Buraya kadar iyi ve güzeldi... Ya bundan sonrası ne olacaktı? Ben onun için var isem, onun olmadığı yerde de yok oluyordum. Nitekim de öyle oldu... Mükremin Bey aylarca iş yerine gelip gidemedi... O şimdi yine aynı heyecan üzere... Yine çok büyük hedefleri dile getiriyor... Ama ben onunla geçen on beş yılıma dönüp baktığımda tükendiğimi görmenin kahrını yaşıyorum. Bazen bendeki dalgınlığa sinirleniyor. Bazen eski o doludizgin günlere dönmemiz gerektiğini söylüyor. Oysa ben bugünkü acınası halime, hem de farkına varmadan nasıl günden güne düştüğümü anlamaya çalışıyorum. Firmadaki ikinci kuşak yöneticiler, o kuruma verdiğim hizmet ve kurum sahibine olan sadakatime vefa olarak benimle ilgilenmek istiyorlar. Tabii onlar da zor durumda. Çünkü küresel kriz dedikleri şey hayatın zikzaklarını her geçen gün daha bir çıkmaz sokağa çevirmekte. İnanmanın bedeli bu mu olmalı diye hayretten kendimi alamıyorum. > Emin Ceylan-İstanbul Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00