"İşin büyüğü küçüğü mü olurmuş beyim?"

A -
A +

Alay komutanı, talimatı verip makamına gitmiştir. Ardından nizamiyede bir hareketlilik başlar. Nöbetçi subayı, Ali Usta ve hanımına döner: -Bey amca lütfen içeri geçin. Hemen kaydınızı yapıp sizi komutanın odasına götüreceğiz. Ali Usta, hanımı oğlu hepsi şaşkınlık içindedir. Kadıncağız der ki: -Evladım, biz bir şey yapmadık ki. Sadece oğlumu çok özledim. Onun için geldik. Zaten hemen gidecektik. -Teyzeciğim bir şey yok ki. Siz içeriye komutanın misafiri olarak gideceksiniz. Yani bizim misafirimizsiniz. Kadıncağız bir tuhaf olur. Kocasına dönüp sorar: -Ne oluyor Ali Usta? Ali Usta sanki hanımından farklıdır. O da şaşkındır. Oğlu ise hepten afallamıştır. Babasına, seslenirken sesi titremektedir: -Baba! Seni nereden tanıdı komutanımız? -Bilmiyorum ki? Hiç kendinizi yormayın... Bakalım birazdan her şeyi öğreniriz. Pırıl pırıl mekânlardan geçerek alay komutanının odasına ulaşırlar... Herkes dışarıda kalır. Ali Usta, hanımı ve oğlu içeri girerler... -Buyurun ustam, hoş geldiniz. Hoş geldiniz hanımefendi... Senin de gözün aydın asker evladım. Ali Ustayı ve ailesini karşılarken aslında komutan da şaşkındır. Kendi kendine söylenmektedir: -Allah Allah... Şu işe bak ya... Ali Usta'nın yüzüne bakıp bakıp böyle der bir müddet... Yüzünde samimi bir ifade olmasa, kendileriyle dalga geçildiğini zannedecektir konuklar. Der ki komutan: -Sen beni tanıdın mı Ali Usta? Ali Usta, olanca samimiyetiyle cevap verir: -Ne diyeyim komutanım, tanıdım dersem yalan olur. Tanıyamadım. -Doğru... Tanımazsın... Ama nasıl tanıyacaksın ki... Ben şu anda üniformalıyım... Ve aradan geçmiş on onbeş yıl... Asker oğlu ve hanımı bir komutana bir babasının yüzüne bakıp konuşmanın sonunu merak ederken çaylar de gelmiştir. Ali Usta, "Siz beni nereden tanıyorsunuz komutanım" diyecek olur. Ama kendi kendine telkinde bulunur: "Sabret Ali Usta... Nasıl olsa, öğrenmen gerekirse öğreneceksin." Doğru düşünmüştür. Çayları yudumlarken komutan içeri çağırdığı postasına bir emir verir: -Bu askerimizin ismini alın. On gün izin verilsin. Evraklar tamamlansın, getirin imzalayacağım... Sonra da Ali Usta'ya dönüp anlatmaya başlar: "-Yıllar önceydi... Ben Hasdal kışlasında görevli muvazzaf bir subaydım. Kış mevsimiydi... Evimin bacasında sorun vardı. Soba yaktığımızda kömür dumanı en ufak bir lodosta içeri doluyordu. Zehirlenme tehlikesinden dolayı yakmasak, soğuktan donuyorduk. Aslında ben başında dursam yaptırabilirdim. Ama sabah erkenden göreve gidiyor, akşam hava kararırken geliyordum. O saatte de bu ufak ama önemli işi "parası az" diye kimse yapmak istemiyor, baştan savıyorlardı... Subay kimliğimi kullanmıyor sivil olarak rica ediyordum. Doğrusu da buydu... Derken senin adresini vermişlerdi... "Fatih Malta'da tenekeci Ali Usta var" diye... Seni buldum. Dedin ki: -İşin büyüğü küçüğü mü olurmuş beyim? Hemen gelip uğraştın ve bitirdin. Borcumu sorduğumda da, "Böyle ufacık şey için para bile gerekmez" dedin. Konuşmandan belliydi samimi olduğun. Ben yine de gönlümden kopan bir şey verdim ve demiştim ki içimden: -İnsan her şeyden önce insan olmalı... Keşke benim de bu ustaya bir iyiliğim dokunsa? Sizi hiç unutmadım... O zaman da işte yine böyle bir kıyafet vardı üstünüzde. Görür görmez tanıdım. Ama yıllar sonra oğlunuzun benim askerim olacağı hiç aklıma gelmezdi. İşte bu bir fırsattı... Siz evlat hasretiyle geldiniz. Ben de yetkim dâhilinde on günlük izin veriyorum. Bu izin tamamen kendi iyiliğinizdir. Mehmet Savum-İstanbul >> Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.