Amcasının kızı Semra'yı görünce çok sevindi. Demek onlar da buradaydı. Onu "Abla" kabul ediyor ve çok seviyordu. Hemen yanına gitti. Çünkü kesinlikle kendisine arka olacağını umuyordu. Semra ise, dayısının nişanına çok şık gelmişti. Genç kızlığa adım atmanın heyecanı üzerinde görülüyordu. Saçlarını kuaförde yaptırmıştı. Güzelliğinin verdiği gururla etrafına tepeden bakıyordu. -Ablaa ablacım, diye seslendi Zeynep. Semra bu sese önce şaşırmış, sonra şoke olmuştu! Onu tepeden tırnağa süzüp kaşlarını çatarak hışımla soludu: -Sen de nereden çıktın şimdi? Ardından, hiç umulmadık bir hareketle tersleyiverdi Zeynep'i: -Ne var be? Ne bu kıyafetin? Hiç lastik ayakkabılarla nişana gelinir mi? Madem giyecek ayakkabın yoktu gelmeseydin! Küçük kız donup kalmıştı: -Amcam getirdi beni, ben nereden bileyim böyle gelinmeyeceğini? Semra hışımla babasından yana baktı. Tekrar Zeynep'e döndü: -Tamam, madem öyle git bir yere otur. Ayakaltında dolaşma! Hele benim yanıma hiç gelme! Zavallı çocuk sessizce, arkalarda bir sandalyeye oturdu. O sırada bir alkış koptu. Nişan merasimi başlamıştı. Aile büyüğünün konuşmasından sonra uzatılan parmaklara nişan yüzükleri takıldı. Coşkuyla alkışlıyorlardı. Kimse, gözyaşları içinde sandalyede ayaklarını kimse görmesin diye saklamaya çalışan, kimsesiz minik kızın farkında değildi... Paramparça olan minik kalbinin de... Nihayet tören bitmiş, kalabalık dağılmaya başlamıştı. Zeynep boynu bükük, amcasını bekliyordu. Amcası hiçbir şeyin farkında değildi: - Zeynep'cim gördün mü ne güzel bir yere getirdim seni. İyi eğlendin değil mi? Gelin güzeldi. Sen de beğendin mi? Minik yüreği yaralansa da gözyaşları yüzünü ıslatsa da nihayet o bir çocuktu. Kin nedir bilmiyordu. Amcasına bir şey belli etmedi... Eve döndüklerinde annesi onu, sevgiyle karşılayıp bağrına bastı. Sanki yavrusunun yaşadığı üzüntüyü hissetmişti. Zeynep küçüktü ama zeki bir çocuktu. Annesinin üzülmesine asla razı olamazdı. Bu yüzden çok eğlendiğini, çok mutlu olduğunu söylemişti... *** Yaşlı kadın, nasıl olduğunu bile anlamadan daldığı bu çocukluk hatıralarından duyduğu bir sesle irkildi: -Aaa! Ablacığım ne oldu sana? Nerelere gittin? Bak geldik haydi... Zeynep Hanım uykudan uyanırcasına doğrulup kardeşinin peşinden arabadan indi. İşte yıllar sonra kim bilir kaçıncı bir nişan törenine daha geliyordu. Bu kez orta halli insanların arasında oldukça seçkin ve şeref misafiri bir davetliydi. Herkes kendisini kapıda karşılıyor saygı ve sevgiyle gülümseyerek: "Hoş geldiniz, şeref verdiniz" diyor en güzel köşeye, oturması için yer gösteriyorlardı... Acaba bu hürmet kıyafetine miydi? Yoksa bu insanlar hakiki insanlıklarından mı böyle davranıyorlardı? Bunu anlamak zordu... Yine de Zeynep Hanım mutluydu. Çocukluğunda yaşadığı o üzüntü çok derin yaralar açmıştı. O bakımdan o tören de dâhil, onun gözü herkesin ışıltıyla baktığı noktalara değil kıyılara köşelere kuytulara kayar olmuştu. Çünkü o, nerede bir yoksul çocuk görse onunla yakından ilgilenip hiç olmazsa ayakkabısını almaya çalışıyordu. Fakirlik sabredebilen için nimetti. Çünkü ahirette hesabı uzun sürmeyecekti. Ama gerçekten ağır bir imtihandı. Fakirin dostu da seveni de olmuyordu. En yakını bile kendisine sırt çeviriyordu... Ama olsun, yine de fakirler de gam çekmemeliydi... Çünkü Âlemlerin Sultanı da fakir idi. Ve buyururdu ki: "En büyük zenginlik iman zenginliğidir." Allah cümlemize hakiki iman zenginliği nasip eylesin... Rumuz: "Zeynep"-Ankara > Yazışma adresi: Türkiye Gazetesi İhlas Medya Plaza 29 Ekim Caddesi, 34197 Yenibosna/İstanbul Faks: (0212) 454 31 00